Gıda üzerine ilk defa 1954 yılında İstanbul’da MİGROS açıldı. Zamanla yedi şubeye çıktı. Çok uzun yıllar yedi tane olarak kaldı. Sekiz olmadı. Büyük poşetleri vardı ve bir lira poşet parası alırlardı. Koca İstanbul’a yedi market yeter mi? Elbette yetmez. Onlar da buna bir çare bulmuştu. Gezici market kurmuştu. Şöyle ki, her tarafı kapalı SEYYAR MİGROS KAMYONLARI vardı. Daima belli günlerde mahalleye gelir. Daadi - daadi diye mahalleye duyururdu. Kapaklar indirilir tezgâh olurdu. Kamyona çıkış merdiveni bile vardı. Hanımlar yukarı çıkıp raflardan alacağını alır, sebze meyveyi seçerdi. Sadece Taksim’deki kamyon gezmezdi. Gümüşsuyu inişine sağ tarafta o zaman boşluk vardı, kaldırımın arkasına devamlı park etmişti. Her gün gidip gelse aynı yere başkaları park edebilir diye, orayı devamlı kullanıyordu.

Sonra yarı resmi olarak GİMA’LAR açıldı. Bunu İzmir menşeli (olduğunu sanıyorum) TANSAŞLAR takip etti. Askeriye, kendi personeli için kendi lojmanları içinde 80/100 m_ lik ORKO’lar (ordu kooperatifi) açtı. Lojman dışında bazı münasip yerlerde ORKO’lar açtılar. Bunlar herkese satış yapardı.

Devletin EBK (Et ve Balık Kurumu) vardı. Hemen, hemen her ilde şubesi vardı. İlk defa viyol karton kutuyu onlar kullandı. Mor ambalaj kâğıdı ile sarar müşteriye verirlerdi.

Ayrıca İETT, Emniyet Müdürlükleri, DSİ (Devlet Su İşleri) gibi birçok resmî müesseseler kendi daireleri içinde kendi personeline kârsız satış yapıyordu.

- * * -

Türkiye’de marketçiliğin mazisi çok uzak değil. Tahmin ediyorum 1990 yılında vergi numarası olana faturalı satış yapan METRO açıldı. Arkasından halka kasa fişi ile satış yapan CAREFOUR açıldı. İkisi de stadyum kadar çok geniş, çok büyük marketler idi. İçinde personel paten ile dolaşıyordu. 15- 16 tane kasası vardı. Her kasada kuyruk oluyordu. Bu iki market sebze meyve ve gıda satmıyorlardı. Sattıkları dayanıklı tüketim malları idi.

1990’dan sonra bazı belediyeler BELEDİYE TANZİM satış diye halka ucuz gıda temin etmeye çalıştı. Et de satıyorlardı. Bazı belediyeler müsait bir boş alan bulup HALK PAZARLARI kurdu. Bir köyün birkaç çiftçisi bir araya gelip ortak bir kamyon tutup mahsullerini ‘hal’e girmeden aracısız olarak halka kendileri satmaya başladı. Hatta kamyon üzerinde yere indirmeden bile satan vardı.

Bunların hepsinin ortak yanı, GIDA üzerine satış yapmak idi. Çünkü ihtiyaç piramidinde insanların en acil ve en önemli ihtiyacı yiyecek idi. Bunun yanında mutfakta, banyoda, temizlikte mecbur ve mübrem ihtiyaçları da satıyorlardı.

Ben MARSA (Margarin San. A,Ş.) da çalışıyordum. Henüz Türkiye’de bugünkü mânâda ve şekilde marketçilik yoktu. Migros’u, Orko’yu örnek alan bazı tecrübeli bakkallar dükkânını büyüttüler. 50 ile 70 m2 genişlikte büyük bakkala yani kişisel markete döndüler. Raf düzenleri tahtadan değil gri renkli sac malzemeden idi. Bazıları iki veya üç ayrı yerde aynı isimle market benzeri dükkân açtılar.

Halk bunlara rağbet ediyordu. Toptancının ve firmaların bunlara mal satışı ile mahalle bakkallarına mal satışı farkı idi. Şöyle ki; Mahalle bakkalı bir koli alıyor ve 200.- Tl. peşin ödüyordu. Büyük bakkallar (veya küçük kişisel marketler) 25- 30 koli aldığı için 170.- Tl.,den alıyorlardı. Üstelik en az bir aylık çek veriyorlardı.

Bu yüzden aynı malı bakkal 10.- Tl.den satarken market 8.-Tl.den satabiliyordu. Fark buradan doğuyordu. Bakkal bir koliyi bir ayda bitirirken, market 30 koliyi bitirirdi. Zaten bakkallar bu dönemden sonra sıkıntıya düşmeye başladı. Hem de isimleri pahalıcıya çıktı. Halk, aynı mal markette 8.- lira, niye sizde 10.- lira diye münakaşa yapmaya başladı.

Dahası da var. Halk bunları bilmez. Meselâ her sene illa kampanya yapılır. Elli koli alana elektrikli süpürge, fotoğraf makinesi veya küçük ekran televizyon verirler. Veya elli koli alana aynı üründen on koli bedava verirler. Mahalle bakkallına da verirler. Misal, bir koli alana altı çay bardağı veya bir havlu veya aynı üründen üç tane gibi eşantiyon verirler. Orantı olarak belki aynıdır. Fakat alım- satım hacmi olarak bakkal pek bir şey kazanmaz. Fakat market kazanır.

Bakkal ve market bir şeyler aldı. Peki nihai tüketici raftan o malı almazsa bütün emekler boşa gider. Binaenaleyh, halkın satın almasını sağlamak için de kampanyalar yapılır. Acil ise ilk yüz kişiye televizyon derler. Uzun vadeli ise bir yılın sonunda kur’a ile otuz kişiye otomobil diyebilirler.

Dikkat ederseniz zincir marketler her yeri sardı. Böyle kampanyalar da bitti. Niye bitti? Çünkü her market başka bir marka ile anlaşmış. Benzeri olan öteki ürün burada yok. Mecburen o marketteki mamulü alıyorsun. Büyük firmanın satış zahmetine ve masrafına girmelerine gerek kalmadı.

Hâlbuki MARKETLERDEN ÖNCE, bakkallar meselâ, üç çeşit margarinin üçünü de satıyordu. Üç çeşit biranın üçünü de satıyordu. Deterjan veya öteki ürünler fark etmez. Hepsinden birer koli alıyor, hepsinden bulunduruyordu.

Bakkal ve bakkala mal veren plasiyerler halk ile iç içe idi. Plasiyerler bakkalın ve halkın olumlu ve olumsuz fikirlerini alır firma yetkililerine iletirdi. Her firma malı ve elemanı ile halkın içinde idi. Yâni firma ile halk arasında bir bağ vardı. Satış arabalarının sokak sokak gezmesi bir yönden de reklâm idi. Zincir marketler bunu da yok etti.

SIRA MARKETLERE ve ZİNCİRİNE GELDİ

Maltepe’de ve Küçükyalı’da iki müstakil küçük marketimi veya büyük bakkalımı diyelim bir adam devir almış. Tabelâyı “YILDIZ MARKETLER ZİNCİRİ” olarak değiştirmiş. Kendisi ile tanıştık ve konuştuk. Altmış yaşlarında bir beyefendi. Bana projesini anlattı. Almanya ve Amerika’dan örnekler verdi.

Almanya’da ‘A’ marketinin 3000 tane şubesi varmış. ‘B’ Marketinin 5000 tane imiş. Amerika’da ‘C’ marketi 7000 tane şube açmış. ‘D’ marketinin 9000 tane şubesi varmış. Türkiye’de onlar gibi MARKETLER ZİNCİRİ kuracakmış. Nasıl olacağını anlattı. Özetle arz edeyim.

(SÜRECEK)