Cumhuriyet’in en büyük güvencesi laikliktir. Laiklik yalnızca din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, aynı zamanda kadınların kul olmaktan çıkıp yurttaş olmasıdır. Ne var ki, Diyanet İşleri Başkanlığı bunu ya unutuyor, ya da görmezden geliyor.

Son dönemde yapılan açıklamalara bakılırsa: “Kadınlar mirasta erkeklerle eşit değildir” deniliyor. O da yetmiyor, müjdeyi Kuran ayetleriyle süsleyerek sunuyor. Peki, ne demek istiyor? Daha açık konuşalım: Anayasa’nın 2. maddesi, devletin laik bir hukuk devleti olduğunu; 14. maddesi, hiçbir hakkın laik cumhuriyeti ortadan kaldıracak şekilde kullanılamayacağını; 24. maddesi, devletin sosyal ve hukuki düzeninin din kurallarına dayandırılamayacağını; 136. maddesi ise Diyanet’in görevlerini laiklik ilkesi doğrultusunda yerine getirmek zorunda olduğunu açıkça belirtiyor. Oysa Diyanet, kendisini anayasanın üzerinde ve yasalar üstü gibi görüyor. Ve kendisini Tanrı’nın gölgesi yerine koymaya başladı.

Konu açık değil mi? Türkiye Büyük Millet Meclisi 1926’da Medeni Kanun’u kabul etmiş ve kadınla erkeği hukuk önünde eşitlemiştir. Kadının mirastan eşit pay alması için gerekli kararlar garanti altına alınmıştır. Bu haliyle Diyanet, yaptığı açıklamalarla hem anayasayı ihlal ediyor hem de yürürlükte olan yasayı yok sayıyor. Bunun yasadışı bir işlem olduğunun farkında değil mi acaba?

Anımsayalım: Ülkemizde dini değerleri yoğun olarak savunan bir politikacı vefat etti. Kız ve erkek çocuğunun miras davası kamuoyuna yansıdı. Erkek “Mirası dini kurallara göre bölüşelim” derken, kadın “Cumhuriyet yasalarına” sığındı. Ve siz onu tanıdınız.

Diyanet’in açıklamaları yalnızca miras konusunda sınırlı kalmıyor. “Kuran’da kadının şahitliğinin yarım olduğu, gerekirse dövülebileceği, zina edene sopa atılabileceği, hırsızın elinin kesilebileceği” yazıyor. Türkiye Cumhuriyeti bir şeriat devleti midir? 7. yüzyıldaki Arap Yarımadası’nın cezaları 21. yüzyıl Türkiye’sine birebir taşınabilir mi?

Medeni Hukuk açıkça yazıyor: Kadın ve erkek mirasta ve şahitlikte eşittir. Kadını dövmek suçtur, hapis cezasıyla cezalandırılır. Zina boşanma nedenidir, kırbaçla değil hapis cezasıyla karşılık bulur. Hırsızlığın cezası hapistir; el, kol kesmek değildir. Kısaca laik hukuk devletinin olduğu yerde ortaçağ karanlığının kapıları kapanmıştır.

O ayetlerin 7. yüzyılda hüküm sürmesinin, o günün koşullarında bir anlamı olabilir. Zira o dönemde ne demokrasi, ne insan hakları, ne de kadın-erkek eşitliği vardı. 1776 Amerikan Devrimi, 1789 Fransız Devrimi ve Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti sayesinde bugün yaşadığımız dünya yepyeni bir yapıya bürünmüştür. Cumhuriyet sayesinde kadın, ikinci sınıf varlık olmaktan çıkıp yurttaş olmuştur.

Soruyorum: Laiklik olmazsa, kadın hakları olur mu? Tevrat, İncil, Kuran… Hepsinin ortak noktası, kadını erkeğin gölgesine mahkûm etmesidir. Bu nedenle çağdaş yaşam arayanların laikliğe sarılması zorunluluktur. Laiklik olmazsa kadın hakları masaldır.

Anayasaya göre ayetler kanun değildir. İsteyen inanır, isteyen inanmaz; bu bireyin bileceği konudur. Fakat hiç kimse kendi inancını devletin düzenine dayatamaz.

Konu sadece miras sorunu değildir; zihniyet sorunudur. Kadını “yarım insan” gören zihniyet, aslında laikliğe saldırırken kurnazca kadın haklarına saldırmaktadır. Kadını kulluktan çıkarıp yurttaş yapmak Cumhuriyet’in en büyük kazanımıdır.

Laikliğe sahip çıkarken kadın hakkına, kadının geleceğine de sahip çıkıyorsunuz. Laikliği kim tartışıyorsa kadın haklarına göz dikmiştir. Onu ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Unutulmasın ki bu çağdışı oyun, ilk seçimlerde halkın vicdanına çarparak tuzla buz olacaktır.