Bazı sabahlar uyandığımda, "Acaba neredeyim?" diye kendime sorarım. Çünkü odamdaki eşyalar bile bana yabancı geliyor. Çocukluğumun duvarına astığım hayallerimin ve resimlerimin yerinde şimdi; ödenecek faturalar, yarım kalmış ya da ertelenmiş işler ve sessizce kabullendiğim yalnızlık var. Kabullenmemek mümkün mü bunları? Hayatın ta kendisi... Kendi evimde, kendi gölgemden ürker oldum artık şimdilerde.
“Aynaya baktım, gözler tanıdık değil bana.
Kimliğimde adım var, ben yokum gibi kendime.
Bu sokaklar benim ama yolcu gibi yabancıyım.
İçimde oturan biri var; belki ben değil, yalnız benim.”
Bir zamanlar “ben” dediğim şeyin, şimdilerde ne kadar başkasına göre şekillendiğini fark ettim. İşte o an durdum, sadece üzülebildim. Geriye dönüş yoktu. Kendime, kendime sordum:
"Sen burada ev sahibi misin, yoksa her sofrada biraz yabancı mısın?"
Cevap çok acıydı. İtiraf edebiliyorum ama kimseler duymasın diye sessizce:
Evet, kendime bile misafirim ben.
Kalbimin salonuna bile tereddütle giriyorum.
“Kendime yer ararken başkalarının evinde sığıntı,
Unuttum kapımı nasıl çalacağımı, kendim yokum diye.
İçime sinmeyen cümlelerle yaşarken yalan dünyada,
Kendime sormayı da bıraktım:
‘Ne zaman geldim, ne zaman gideceğim?’ diye.”
Bir insan, her ne olursa olsun, kendinden bu kadar uzaklaşabilir mi?
Demek ki uzaklaşabiliyormuş.
Kısacası: Evet.
Her “iyiyim” dediğimizde aslında biraz daha çıkarız kendimizden, uzaklaşırız. Çünkü taktığımız maskelerle biz, biz değiliz. İçimize kan damlasa da gülümsemeyi öğrenmiş maskelerle yaşar, en samimi sofralarda bile içimizdeki susuzluğu, açlığı doyuramayız.
“Misafirliğe gelmişim, öyle diyor iç sesim bana.
Ayakkabılarım kapıda ama içeri girmemişim dama.
Oturmuşum kalbimin köşesine, çekingen, utangaç...
Evin sahibi ben değilim sanki; sadece bekleyen misafir…”
Belki de kendimizi saklamak için çok geziyoruz, çok konuşuyoruz, çok çalışıyoruz. Onun içindir ki durduğumuzda, sessizlikte bir yüz var karşımızda:
Kendimiz.
Kendi kendimiz.
Sadece kendimiz.
Tanımadığımız, uzun zamandır uğramadığımız...
Misafir gibi ağırlıyoruz onu, sonra hızlıca uğurluyoruz.
“Bir çay bile demlemedim kendime yıllarca.
Hep başkalarına ikram, kendime ince hesap...
Oysa kendi ellerimden dökülseydi biraz huzur kendi ruhuma,
Belki bu evde ben de kalabilirdim; sıcak evde ev sahibi gibi…”
Bugün tahtadan yapılma bir sandalyeye oturdum, dar çerçeveli pencereden dışarı baktım. Dünyayı bir de buradan görmek istedim. İçimdeki bir ses dedi ki:
"Sen, sen ol; kendinde kal artık. Başkasının gözünde ağırlanacağına, kendi küçük ama içi geniş yüreğinde konuk ol. Misafirliğini uzatma; evin ol kendine."
“Çünkü insan en çok kendine misafir kalınca yorulur.
Her gün biraz daha çıkar kendinden uzaklara.