Sevgi, saygı, tevazu…
25 Eylül 2012'de, Ozanlık Geleneğinin Yaşayan Son Efsanesi Neşet Ertaş Ustayı 74 Yaşında Yitirmiştik.
Bazı ölümler, yalnızca yakınlarını değil, toplumun büyük bölümünü acıya boğar.
Ustanın ölümü de bunlardan biriydi...
O'nun kaybıyla, toplumda hüzün, kaybetmişlik, pişmanlık ve karmakarışık duygular yaşandı.
Kendi anlatımıyla, mahlası gibi: "Garip, Abdal, Öksüz, Yetim, Kara Yüzlüydü, Üstüne üstlük, modern çağın dervişi ve çilekeşiydi!
Bu kadar alçak gönüllü olup da, sessizliğiyle milyonların gönlüne nasıl dokunduğu bilinemez...
O, süslü sözcükleri, pembe dünyanın hileli yollarını hiç bilemedi!
Ülkesine küstü, itilip, horlanmaktan bıkmıştı.
Çilekeşliği, aşık olup, bir süre evli kaldıktan sonra, çocuklarının annesi Leyla’sından ayrılmasıyla daha da arttı.
Bu ayrılık acısı O'na şaheserler üretmesinin yolunu açtı. “Yazımı Kışa Çevirdin, Kendim Ettim Kendim Buldum ve benzeri toplumu sarsan bestelerini bu dönemde yaptı.
Almanya’ya gitti, uzun yıllar, oralarda düğünlerde sazının tellerine vurdu.
22 yıl Almanya'da yaşadı. Devlet büyüklerinden kimse aramasa da Yaşar Kemal, "İnce Memet" kitabıyla sessizliğin içinden ona seslendi.
Bu arada da, can yakan, yürek titreten besteleri Türkiyeyi sallıyordu! Özgün eserleri ise, emek hırsızları tarafından çalınıp, seslendirilirken
O, hep yoksul ve açtı!
O'nu ülkesine dönmeye yine yakın zamanda yitirdiğimiz müzik- sanat dünyasında derin izleri olan yapımcı Hasan Saltık, ikna etti.
Döndükten sonra, babasının bestelerinin telif haklarından doğan bir miktar para kendisine verildiğinde oldukça şaşırdı.
Babasının emeklerini, eserlerini hatırladı: “Babam Mezardan Para Göndermiş!” dedi. Bu parayla İzmir’den bir ev alabildi...
O'na, Devlet Sanatçısı ödülü vermek istendiğinde: "Ben Zaten Halkın Sanatçısıyım!" diyerek reddetti! Anadolu'nun Karacaoğlan'ı Pir Sultan'ı, Dadaloğlu'suydu...
Unesco tarafından, “Yaşayan İnsan Hazinesi” unvanı verildi. Dünya onu tanımış, sanatının önünde eğilmişti...
Son yıllarda, gençler, üniversiteler, akademisyenler bu başarının sırrını ve sanatının inceliklerini öğrenmenin peşine düşmüştü. İlgi,sevgi büyüktü, ama yine geç kalmıştık!
Yazgısına sitemini, derdini sazının tellerine dokunduğu tezenesiyle, eşsiz sesiyle dünyaya haykırıyordu!
O'nun türkülerinin bize bu kadar dokumasının nedeni toplumsal duygudaşlık değil miydi? O, bizim kendimizden bile sakladığımız, kaçındığımız duyguları bize sazıyla, sözüyle, avazıyla anlatandı!
“Daha Bir Gönüle İkrar Vermedim!" derken, bu sözcüklerin bir daha böylesine ifade edilemeyeceğini acaba biliyor muydu?
Usta bize sayısız eserle, her sözü derin bir yaşam felsefesi olan çok şey bıraktı.
Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın
Ben de gülemedim yalan dünyada
Sen beni gönlünce mutlu mu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım boş yere kandım
İrengi gözümde solan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
Bilirim sevdiğim kusurun yoktur
Sana karşı benim gayetten çoktur
Felek vurdu dolu üstüme vurdu
Yaşlarım gözüme dolan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada"
Ustaya ölüm yıldönümünde saygıyla.