Filistin konusu artık bir toprak kavgasının çok ötesindedir; o, insanlığın kalbine kazınmış en derin yara, vicdanların en ağır sınavıdır. 7 Ekim 2023’ten bugüne Gazze’de yaşananlar, bir halkın tüm dünyanın gözleri önünde yavaş yavaş yok edilmesidir. 64 bini aşkın can toprağa düştü; bunların çoğu kadın, çocuk, yaşlı… Henüz hayatı yeni öğrenen yirmi binden fazla çocuk, bombaların gölgesinde nefessiz kaldı. Gazze, haritadan silinmek istenen bir şehir olmakla kalmıyor, insanlığın ortak utancının da simgesi haline geliyor.

Bu kanlı ve dramatik sahne yalnızca İsrail’in silahlarıyla yaratılmadı. Onu besleyen, ABD’nin koşulsuz desteği, Avrupa’nın sessizliği ve uluslararası hukukun başını kuma gömmesidir. Netenyahu iktidarı, “Vadedilmiş Topraklar” ütopyasını işgale çevirdi; dünya ise sadece kınama cümleleriyle yetindi.

Filistin’in kaderini değiştiren ilk kırılma, 1917’deki Balfour Deklarasyonu oldu. İngiltere’nin imzası, Batı’nın desteği ve 1948’de soykırımın yarattığı atmosfer, İsrail’e kapı açtı. Ama bu kapı, Filistin halkı için sürgünün, mülksüzlüğün, köksüzlüğün ve bitmek bilmeyen acının başlangıcıydı.

Nakba’nın göç yollarında ağlayan çocuklardan, Oslo masasında umut arayan liderlere; taş atan “apoletsiz generaller”den, bugün enkaz altındaki Gazze’ye kadar, Filistin’in hikâyesi dirençle yazıldı. Fakat aynı zamanda her sayfasına yeni bir işgal, yeni bir dram eklendi.

Gazze’de artık elektrik yok, temiz su yok, hastane yok, okul yok. İnsanlar enkazların arasında açlık ve susuzlukla hayatta kalmaya çalışıyor. Uluslararası yardım konvoyları engelleniyor. İsrail’in “meşru müdafaa” dediği şey, aslında bir halkı toptan yok etmenin bahanesidir. 22 Eylül 2025’te BM Genel Kurulu’nda 147 ülke Filistin’i tanıdığını açıkladı. Ancak bu kararlar, Gazze’nin karanlık gecelerinde tek bir ışığın yanmasına bile yetmedi. Zira ABD’nin vetosu, İsrail’in pervasızlığına zırh oluşturdu.

Peki, tek bir devletin gölgesinde birlikte yaşama olasılığı var mı? Hayır. Çünkü yüz yıllık kan, gözyaşı ve sürgün, Filistin’in belleğinde derin bir yara açtı. İsrail’in aşırı sağcı iktidarları barışa değil, genişlemeye kilitlenmiş durumda.

Tek çözüm, iki ayrı devletin özgürce var olmasıdır. Bağımsız Filistin, güçlü garantörlükler olmadan yaşama şansına sahip değildir. İsrail’in güvenliği ne kadar haksa, Filistin’in özgürlük ve yaşam hakkı da o kadar kutsaldır.

Bugün Gazze’de akan kan, yalnızca Filistin’in değil, tüm insanlığın kanıdır. Gazze’nin açlığı, susuzluğu ve yıkıntıları yarın Avrupa’nın ya da dünyanın başka köşelerinin kapısını çalabilir. ABD’nin sınırsız desteği yalnızca Orta Doğu’yu değil, dünya barışını da tehdit ediyor.

Yeter ki istensin, insanlık için hâlâ adalet ve barış umudu vardır. Ancak bu fırsat da elden kaçarsa, Gazze yalnızca bir şehir değil, insanlığın utanç defterine kazınmış yüzyıllık dramın son sayfası olarak anılacaktır.