Çürüme, diğer adıyla kokuşma, TDK tanımına göre; “Organik bir maddenin bakteriler veya çeşitli çevresel etkenler nedeniyle pis kokulu ürünlere dönüşmek üzere normal yapısını kaybetmesi, kokuşma”…

Maddeler için bu tanım geçerlidir. Toplumsal, ahlaksal çürümenin, kişilik erozyonunun başka bir tanımı olmalı.  Bir toplum çürüyor, toplumsal doku lime lime oluyor, bozuluyor. Kötü ve üzücü olan insanımız çürüyor. Çürümenin doğallık kazandığı, sıradanlaştığı günlerden geçiyoruz.

İnsanı insan yapan değerler yiterse, doğal olarak o da toplumsal değerlerin yitimini tetikleyecektir. Şöyle bir çevremize bakalım, zengin olmak için her yol geçerli. Her türlü değer, şöhret, para, zenginlik, mevki. Tüm bunlar için, ahlaksızlık, hile, hurda, yalan, talan, hırsızlık olağan sayılıyor. Güce tapınıldığı, güçsüzün ezildiği, insan onuru ve yaşamının hiçe sayıldığı, vahşi, yasasız, hukuksuz bir sürecin geçerli olduğu dönemi yaşıyoruz.

Gerçekten bu toplum buraya bu kadar kısa sürede nasıl getirildi? Bu boyutta değerler bunalımına, haksız, hukuksuz, adaletsiz vicdan aşamasına nasıl geldik? Kin ve nefret söyleminin yukarıdan aşağıya yayıldığı kara ve karanlık döneme nasıl geldik? Tüm ahlaki değerleri hiçe sayan paraya tapınma dönemine nasıl geldik?

Eskiyi yıktılar, 12 Eylülün kazanımlarını daha da derinleştirdiler. Demokrasi hukuk adına ne kaldıysa silip attılar. Yeni olarak ise yerine hiçbir şey koyamadılar. Kutsalları da kullanarak kitleleri kandırmak, sağın klasik anlayışıdır. Yalana dayalı iktidar. İnsanı ve kişiliğini hiçe sayan bir yönetme biçimi. Dönüştürmeye çalıştıkları toplum manevi değerler üzerinedir. Oysa manevi gelişme, teknolojik ve bilimsel gelişmenin çok gerisinde kaldı. Bu yaklaşımla, ilerleme sağlamanın, insanı yücelten değerlere sahip olmanın, doğa yasalarını korumanın olanağı yoktur. Her alanda toplumsal gerilemeye doğru doludizgin gidiyoruz.

İşin dikkate değer yanı, dünyada sosyalist blokun çökmesi ile beraber, vahşi kapitalizme ayar verecek, insanı temel alacak bir güç, blok olarak kalmadı. Üzücü olan sadece ülkemizde değil dünyanın diğer ülkelerinde de bu çürümüşlüğe, kokuşmuşluğa tanık oluyoruz. Fakat bizdeki çürümüşlük daha yoğun, koku keskin ve boğucudur. Hiçbir koku giderici bu pis kokuyu giderecek etkinliğe sahip değildir.

İnsani değerlerin parayla alınıp satıldığı, yalanın, talanın, hırsızlığın, yargılanamaz, eleştirilemez hale geldiği, evrensel hukuk kurallarının yok sayıldığı bir yönetimde, doğaldır ki çürüme her geçen gün derinleşecektir. Saldırganlaşan ve yargılanamayan güç keyfi yönetime dönüşecek. Haliyle insanların gelecekten umudu kesilecektir. Öyle bir noktaya gelecek ki hiçbir şey kişisel kural ve çıkarın üstüne çıkamayacaktır.

İnsanlık bilim, sanat ve felsefede gelişmiş aydınlık dönemler yaşadı. Rönesans ve reform evreleri yaşadı, kalıcı olmasa bile barış, özgürlük, adalet, eşitlik, iyilik değerleri yeniden tanımlandı.

Peki, insanlık attığı bu ileri adımlardan geri dönerek bumerang gibi barbarlıkta karar kılarak, kendi kendini mi yok edecek?

Hayır, bin kere hayır! İnsanlık ulaştığı altın değerleri korumak ve kalıcı kılmak zorunda. Çürümeyi ve sonucunda keskin kokuyu önlemenin tek çözümü bu olacaktır. Dileğim de budur.