Yıllar önce, koyu Fenerbahçeli dostumuz Nurettin Üçok’la bir Beşiktaş-Fenerbahçe maçını izliyoruz.

Beşiktaşlı futbolcu, soldan yıldırım gibi aut çizgisine kadar indi ve hızla Fenerbahçe ceza sahasına yöneldi.

Ceza sahasına girmeden de, Fenerbahçeli savunma oyuncusu tarafından feci biçimde “biçildi”.

Televizyon başında maçı izleyen herkes “Bu kadar da olmaz ki!” şeklinde tepki verirken, sevgili Nurettin dişlerini sıkarak, “Onun da orda ne işi var?” demesin mi?

Polis copuyla karnındaki bebeği düşüren genç kadına, “Senin de protesto gösterisinde ne işin var?” denildiği gibi…

Gerçekten demokratik bir ülke sanmış Türkiye’yi, bunda ne var ki?...

Şimdi KOSGEB mağdurlarına da, “Bankan uyanık olsaydı!” ya da “Bankanı doğru seçseydin!” diye nasihat (!) ediliyor.

Türkiye’nin KOSGEB gibi çok önemli ve geçmişte başarılı sınavlardan geçmiş bir kurumunu, kredi dağıtımında daha adil ve tutarlı yöntemler uygulayacak olgunluğa erişmiş sanmışlar, bunda ne var ki?...

KOSGEB kanalıyla yapılan açıklamada, sistemin 23 Kasım günü saat 09’da açıldığı belirtiliyor.

Bizzat banka müdürlerinin bize ilettikleri bilgilerden ise, gece yarısından sonra sisteme girilebildiği anlaşılıyor. Örneğin bir banka müdürü, saat 05’te sisteme ulaştığını, birkaç müşterisinin girişini yaptıktan sonra sistemin kilitlendiğini anlatıyor.

Her neyse, “Biri doğruyu söylemiyor” diye saat konusuna takılacak değiliz, ama haberi ilk duyururken yaptığımız benzetme gibi, “Vahşi Batı’da altına hücum devri mi yaşanıyor ki, erken ulaşan, üstelik sistemi kilitleyip başkalarının giriş şansını da sınırlayan malı götürsün?”

Böyle bir kredilendirme yöntemi olur mu?

“Elini çabuk tutma” kriterine göre kredi dağıtılır mı?

Kim ne açıklarsa açıklasın, ne mazeret gösterirse göstersin, KOSGEB bu sınavı veremedi.

Doğrudur, öngörülenin 4 katı kredi talebi gelmiştir, ayrılan kaynak yetmemiştir.

Ama, başvuru sırası, sektör önceliği, işletmenin kredi gereksinimi gibi kriterlere göre bir sıralama çok mu zordu?

Faizsiz kredi…İhtiyacı olan da başvurdu, olmayan da…Bankalar da, hem daha çok kredi kullandırma, hem de bunu en az riskle gerçekleştirme hesabına yattıkları için, önceliği mali durumu iyi, argo deyimle “tuzu kuru” müşterilerine verdiler.

Sonuç:

Çorum’da, ihracat destek kredisi de dahil toplam 1.141 işletmenin kredi talebi sisteme girilebildi. Başvuru fazla oldu diye sistem kapatıldığı için, bunun 3-4 katı kredi başvurusu, sistemin dışında kaldı. Yani, yedek listeye de giremedi, ki bunlar, bu krediyi gerçekten “can suyu” olarak kullanacak, yaralarını saracak, küçük çapta teknolojik yenilemelerle işini geliştirecek küçük işletmeler, esnaf ve sanatkârlar.

Garibimize giden, böylesine bir çarpıklık karşısında kimsenin kılını kıpırdatmaması.

Belki de Türkiye’de “böyle şey olmaz” diyen tek yayın organı biziz.

Hakkını hemen teslim etmeliyiz ki, Çorum Milletvekili Cahit Bağcı da bizim konuyu kendisine iletmemiz üzerine ilgili bakanlarla, müsteşarla ve kurum başkanı ile görüştü, 2011’in ilk çeyreğinde yeni bir kredi programı hazırlanması konusunda en azından “söz aldı”.

Sözün özüne gelecek olursak; örtülü bir mahcubiyet içinde, işi rakamlara boğarak ve “ne yapalım 4 kat fazla başvuru oldu” mazeretine sığınarak bu işten sıyrılmak mümkün değildir.

Ekonomi yönetiminde geleceği öngörebilmek esastır.

“Kriter” ve “yöntem” konusunda hata yapıldığı kabullenilmeli, yeni kaynaklar bulunarak, Milletvekili Cahit Bağcı’nın ve TSO Başkanı Çetin Başaranhıncal’ın da ifade ettikleri gibi, yedek listede yeralan ve KOSGEB’den şifre aldığı halde bankalar tarafından sisteme hiç girilememiş olanların da bir an önce kredilendirilmesi sağlanmalıdır.

Demokrasi ve adalet anlayışının gereği olduğu kadar, insaf, iz’an ve vicdan sahibi olmanın da gereği budur.

Hem, seçime gidilirken, kış durağanlığında piyasaları canlandıracak bu rüzgâr, siyasi iktidarın da lehine değil midir?