On iki yaşımıza kadar oyun alanımız Çiftlik Mezarlığı yanındaki tarlalar ve bahçe kenarlarındaki iğde ağaçlarının altları idi. Sonraki yıllarda Kürt Pınarı Çayırlığı vazgeçilmezimiz oldu.

Çiftlik Mezarlığı yanındaki tarlalarda top oynadığımız yıllada, rakibimiz hep örüklerdi. Mezarlık karşısında altı yed itane Yörük evleri vardı. Onların çocukları ile maç yapardık. Sarılık ve Selimiye Sokkalardaki haneler hep ‘Muhacirlerdir.’ Yan ibizler Muhacir, onlar Yörük maçı olurdu. Biz yenersek coşkuyla evlerimize dönerdik. Şayet yenilirsek mutlaka kavga çıkarırdık. Yörükler azlık, biz çoktuk ya, onbeş yirmi kişi birden ceplerimize taş toplar, rakibimizi evlerine kadar kovalardık. Hatta hırsımızı alamaz, bir de evlerini taşlardık. Evden anaları çıkar “Amanin, macirler bize bastı, yetişin gomşular” diye bağırınca da her birimiz ellerimizdeki taşı atar, çil yavrusu gibi dağılır, hiçbir şey olmamış gibi evlerimize kaçar, uslu uslu girerdik. Ancak ertesi gün, sanki kavga eden biz değilmişiz gibi yine onlarla oynar, yine elimizdeki dürümlerimizi paylaşırdık.”

“Osmancık Caddesi’nin bozuk yollarında ine çıka giden bir faytonun gidişine Sarılık’ta rastlarsak eğer, arkasına asılır Yazı Çarşı’ya kadar giderdik. O yıllar fayton en lüks taşıma aracı olduğu için, atların tıkı tıkı, tıkı tıkı faytonda koşulu olarak gidişi, bizi kendisine çekerdi. Faytonun arkasına asılamayan bir arkadaş faytoncuya bağırırdı “Arkaya bi kamçı arkaya bi kamçı” diye. Faytoncu bu çağrıyı anlardı ve kamçısını arkaya sallardı. Üç beş kamçı sallamada bir kamçı da mutlaka dokunurdu arkaya asılana. Faytonun arkasına asılan “Arkaya kamçı, arkaya kamçı” çığırtkanlığını duyar duymaz inebilirse kamçı yemeden kurtulurdu. Yok eğer inemez veya inmezse arkaya sallanan kamçıyı yer ve paldır küldür düştüğü bir olurdu. Hemen hemen her çocuk faytoncunun kamçısını yemiştir.

(SÜRECEK)