MAVRAL SOKAĞI

İlerleyen yıllarda biz Çaygeçe tarafında, Cezaevi arkasındaki Mavral Sokağı’nda “Bici Şerfe” denen bir kadının evine taşındık.

Mavral Sokağı’nda yirmi-yirmibeş hane birbirine bitişik ev vardı. Bu hanelerin üç dört aileye “Mavrallar” olarak söylenir. Soyadları da “Mavral”dır. Sokağın ismi bunların soyadlarından dolayı verilse gerek. Veya sokağa ilk gelip yerleşen aileler olduğundan da isim verilmiş olabilir. Ne anlama geldiğini öğrenemedim. Türkçe sözlüklerde ‘Mavral’ diye bir sözcük bulamadım. Sözlüklerde olmasa da yıllar yılı söylenerek bu günlere taşındı bu isim. Mavral Sokağı’nda Ahlatçılar, Hacı Gırazlar, Softalar, Atalımlar, Tinobeller de yıllar yılı söylenen isimlerdir.

Mavral Sokağı, küçük meydanlığı olan geniş bir sokaktır. Ortasında çift oluklu, iki lülesinden bilek kalınlığında gece gündüz sürekli akan bir çeşme vardır. Bu çeşmenin suyu çok gür ve gece gündüz durmadan akardı. Mavral Sokağı’ndaki ailelerin hepsi suyunu bu çeşmeden alırdı. O yıllar evlere bağlanmış şehir suyu çok az evde bulunurdu. Mahallenin sığırları bu çeşmede sulanır; yataklı yün, çul çuval bu çeşmede yıkanırdı. Öyle ki çocukların bezi bile... ‘Yeygilik’ denen buğdaylar bu çeşmede yıkanır, ‘gavuzlarından’ taşınan toprağından bu çeşmede ayrıştırılırdı.

Yaz ayları biz çocukların oyun alanıydı Mavral Sokağı. Öyle hareketli, öyle coşkulu oyunlar oynardık ki, akşam ezanı okunsa da analarımızın çağırmalarını duymazdık.

Çelik Çomak oynardık “Üstüm başım kara çalı diye.” Gündüzleri oynadığımız yalnız Çelik Çomak değildi. Güvercin Taklası, Birdir Bir, Ökgel, Köşe Kapmaca, Dalya ve daha neler neler... gündüz oynadığımız yetmemiş gibi, bir de, geceleri “Elma dersem çık, armut dersem çıkma” diye avazımız çıktığı kadar bağırarak oynadığımız Ay Göründü, Saklambaç... oyunları...

Mavral Sokağı’nda çoğunlukla gruplaşarak Can Yaktı gibi top oynanırdı. Futbol oynanmazdı. Çünkü kuzey yönü ilerisinde Kürt Pınarı Çayırı vardı ki, mahalle takımlarının stadıydı adeta.

Mavral Sokağı’nda yaz aylarının geceler iturnaların geçiş sesleri duyulurken kadınlar minderlerini alıp kapı önlerinde öbek öbek oturur, ‘çene çalarlardı’. Onlar dedi kodu yaparken bizler de oyun oynar, ‘kan ter’ içinde kalırdık. Hatta bazılarımız serinlemek için meydanlıktaki çeşmenin taş oluğunu don gömlek ‘tumar’; “Ay ışığında kim görecek” düşüncesiyle şallar (donsuz), oluğa dalıp çıkanlarımız da olurdu. Bu durum görünürse, kadınlar tarafından kovalananlar olur, kızarak bağırır “Gavur dölüne bak” diye ilenenler olurdu. Kovalananlar şayet kendi çocukları ise arkasından anası bağırırdı; “Eve gelmez misin sen, etlerini lime lime yapacağım senin, çabuk üzerini giy...” diye.

Mavral Sokağı’nda davullu zurnalı düğünlerdeki halaylar, küçük meydanlığa açılan düğün evi kapılarının önünde yapılır, gençler, bu meydanlıkta coşardı. Seyrederdik onları çocuksu çocuksu... Hatta becerebildiğimiz kadarıyla halay çekenlere eşlik ederdik arkalarında. Onları taklit etmemizin yöntemi, bizim ilk gençlik yıllarımıza kadar halay figürlerini eksiksiz öğrenmemizin eğiticisiydi de.

Bir keresinde Atalımın Ahmet’in düğününde sarhoş ve dazlak kafalı birinin “Saçlarım yorgan, kollarım yastık...” diye türkü söyleyerek, yalpalayı yalpalayı halay çekişine çok gülmüşlerdi seyredenler. Seyreden yaşlı büyüğümzüün biri de “Ula şuna bak, şapşalın kafasında bir tek tel yok, saçlarını yorgan yapıyor” diye açıkçan söylemişti de, daha çok gülüşmelere neden olmuştu.

Ev önlerinde halay çekenler

(SÜRECEK)