1959 yılının Kasım’ı…

Saat 20 suları.

Karanlık, kasvetli bir hava.

Ankara'da Amerikan askeri yardım karargahında görev yapan Yarbay Allen Morrison, Çankaya'daki Amerikan Kulübü'nden çıkıyor,

Kör kütük sarhoş.

Arabasına biniyor.

Kavaklıdere'de direksiyon hakimiyetini kaybedip, kaldırımda yürüyen Türk askerlerinin arasına dalıyor.

Dokuz askerimiz ağır şekilde yaralanıyor. Ezilen Hamza Şahin adlı askerimiz oracıkta can veriyor.

Koma halinde hastaneye kaldırılan Osman Duman isimli askerimizin de bacağı kesiliyor.

*    *    *

Yüzsüz ve arsız Amerikan Elçiliği derhal devreye giriyor; Yarbay Morrison'ın “kaza sırasında görevde olduğuna dair” resmi belge sunuyor.

Sunuyor çünkü Türkiye'deki Amerikalı askerler görev başındayken suç işlerse, Amerikan mahkemelerinde yargılanacağına ilişkin NATO ile yaptığımız sözleşmede hüküm var.

… …

Müzikli-içkili gece kulübünden kör kütük sarhoş çıkan yarbay, Amerikanca bir taktikle “görevli” kabul ediliyor; tutuksuz olarak, Amerikan Askeri Mahkemesinde yargılanıyor.

*    *    *

Savcı, yüzbaşı.

Morrison'ın avukatı, binbaşı.

Mahkemenin yargıcı albay.

Morrison'ın şahidi de general…

… …

Bu durumda (yukarıda belirtilen askeri hiyerarşiye göre) Amerikan adaletinin(!) ne karar vereceği, önceden belli olmasına karşın Amerikanca(!) bir mahkeme yapılıyor.

Ve bu (sözde) mahkeme, suçlu ve suçlunun suçluluk cezasını belirliyor!

1200 Dolar.

Üstüne üstlük bu derme çatma mahkeme; katil yarbay mağdur olmasın diye bu 1200 doların da (insan hayatı ile alay eder gibi) altı taksitte tahsiline karar veriyor.

Densizliğin boyutuna bakar mısınız?

Amerikalı sarhoş yarbay, bizim topraklarımızda bizim vatandaşımızı öldürüyor ama, para cezasını Amerikan devletine ödüyor, iyi mi!

Şehit bizim.

Gazi bizim.

Parayı Pentagon alıyor.

*    *    *

Türkiye'nin NATO'da sergilediği milli duruş, maalesef buydu.

Mevzubahis ABD'yse, gerisi teferruattı!

Tam bir ay sonra…

Eisenhower geldi.

Türkiye Cumhuriyeti'ne resmi ziyaret yapan ilk ABD başkanıydı.

İsmet İnönü'yü hiç sevmezdi.

İkinci Dünya Savaşı'na girmediğimiz için, “Türklerin bağımsız hareket etmesine tahammül edemiyorum” diyememiş, “Türk ordusunu Almanlara karşı seyretmek isterdim” demişti!

İnönü’yü sevmezdi ama Adnan Menderes'i  ve Celal Bayar'ı pek severdi.

Menderes / Bayar İktidarının, iktidara geldikten hemen bir ay sonra Türk ordusunu ABD'nin emrine verip, bizimle hiç alakası olmayan Kore'ye savaşa göndermelerini pek takdir etmişti.

İncirlik'i tahsis etmelerini, Türk topraklarına Amerikan füze rampaları, radar istasyonları kurmalarını pek beğenmişti.

O nedenle de; Türkiye'yi ABD'nin kucağına oturtan Demokrat Parti'ye teşekkür mahiyetinde ziyarete gelmişti.

Onursuz basınımız, o zamanlarda da onursuzdu..

Tüm dünya basını, “…Eisenhower'ın dünyada en çok Türkiye'ye önem verdiğini, o nedenle sadece Türkiye'ye gittiğini…” yazdılar.

Oysa Eisenhower, İtalya, Fransa, İspanya, Yunanistan, Fas, Tunus, İran, Pakistan, Hindistan, Afganistan turuna çıkmış, 11 ülke geziyordu.

Geçerken Türkiye'ye de uğrayacak, sadece bir gece kalacaktı.

… …

Onursuz, yalaka medyamızın gazeteleri şöyle manşetler attılar…

“Başkanın şeref dolu hayatı”

“Sulhsever lider Eisenhower”

“Hür dünyanın başkanı”

“Evine hoş geldin başkan”

“Çalışkan Başkan Eisenhower”

“Başkanla mühim işler konuşulacak”

“İşte başkanın uçan sarayı”

“Makam uçağı Boeing 707, Başkan Eisenhower'ı güneş hızıyla getirdi; onu coşkuyla ve de muazzam bir tezahüratla yüzbinlerce kişi karşıladı…”

Utanmaz basınımız kelimesi kelimesine bunları yazdı.

Ankara ve İstanbul radyoları adım adım, naklen yayınladı.

Ankara'nın bulvarlarına, kavşaklarına zafer takları kuruldu.

Bu zafer taklarına “we like Ike” sloganı yazıldı.

Eisenhower'ın lakabı Ike'ydı.

“I like Ike” sloganı, Eisenhower'ın seçim sloganıydı.

Yani… Başkent Ankara'nın her yerine bu slogan asılarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin de Eisenhower'ın seçmeni olduğu ilan ediliyordu!

Ayrıca, bu zafer taklarına gene İngilizce “Daima el eleyiz Ike… Türkler senin hakiki dostlarındır Ike” sloganları yazıldı.

Memur maaşı 300 lirayken, sadece Kızılay Meydanı'na kurulan tak 35 bin liraya mal olmuştu.

Elektrik direklerine Amerikan bayrakları çekildi.

Ankara Belediyesi, sadece bayraklar için 100 bin lira harcadı.

Yol kenarlarına ilkokul öğrencileri sıralandı, hepsinin eline kâğıttan

Amerikan bayrakları tutuşturuldu.

Eisenhower'ın 60 metrekarelik tuval üzerine devasa boy yağlı boya portresi yaptırıldı ve portre Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nin binasına asıldı.

Eisenhower'ın geçeceği güzergaha, bir değil, iki değil, 12 askeri bando

yerleştirildi.

Erzurum, Trabzon, Aydın, Silifke, Balıkesir, Gaziantep, Kars ve Bursa'dan gelen halk oyunları ekipleri, güzergâh boyunca oynadı.

*    *    *

Ankara, İstanbul, Konya ve Erzurum ABD Başkanı'nı fahri hemşeri ilan etti.

Türkiye Muharip Gaziler Derneği, ABD Başkanını “fahri üye” yaptı.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, siyasi ilimler dalında fahri doktora verdi.

Fahri doktora beratının yazılacağı kâğıt, Japonya'dan özel olarak getirilmişti…

Eisenhower'ın giyeceği fahri doktora cübbesinin atkısı, Ankara kız teknik öğretim okulu öğrencileri tarafından özel olarak örüldü.

*    *    *

ABD başkanının heyetinde, oğlu Binbaşı John Eisenhower da vardı.

Kendisine, ODTÜ mütevelli heyeti başkanlığı teklif edildi!

Neyse ki, efendi adamdı… “Amma iğrenç insanlarsınız birader” demedi, kibarca “kabul edebilmek için yeterli donanımım yok” dedi.

… …

ABD Başkanının heyetinde, gelini de vardı.

ABD Başkanının gelinine, Ankara Çocuk Sağlığı Derneği'nin şeref üyeliği takdim edildi.

ABD başkanı, Esenboğa'ya indi.

Siyah bir otomobile bindirildi, kortej eşliğinde, motorlu polislerin eskortluğunda şehre getirildi.

Tam şehrin girişinde, kortej durdu.

ABD Başkanı siyah otomobilden indirildi, yol kenarlarında bekleyen Türk halkını selamlaması için üstü açık otomobile bindirildi.

O otomobil, Lincoln'dü.

K serisi, Cabriolet'ydi.

Siyahtı.

Tavanı bez'di.

Arkaya toplanıp, açılıyordu.

Sadece 45 adet üretilmişti.

12 silindirdi.

Üç ileri, manuel vitesti.

Dört kapılıydı.

Koltukları deri, kahverengiydi.

Sağ ön koltuğu katlanırdı.

1934 modeldi.

*    *    *

Eisenhower bu tören otomobiline bindi, fotoğrafta görüldüğü üzere,

şapkasını sağ eline aldı, kollarını kupa kazanmış futbolcular gibi havaya kaldırdı, Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentinde, alkışlana alkışlana, ayakta tur attı.

Misafir devlet adamından ziyade, şehri fethetmiş muzaffer bir komutan edasındaydı.

Ve…

Ve o otomobil…

Atatürk'ün otomobiliydi!

Atatürk'ün 23 Nisan, 29 Ekim gibi özel günlerde halkı selamlaması için, 1934 yılında, maliye bakanlığı tarafından satın alınmıştı.

Rahmetli olana kadar, sadece Atatürk tarafından kullanılmıştı.

Manevi değeri nedeniyle, 1938'ten sonra İsmet İnönü tarafından bile

kullanılmamış, müzeye konmuştu.

Atatürk'ün naaşı 1953'te Anıtkabir'e defnedilmiş, bu otomobil de 1958'de yine Maliye Bakanlığı tarafından Anıtkabir'e devredilmişti.

Ordu donatım tamir fabrikasında onarımı ve bakımı yapılmış, müze olarak sergilenmesi için Anıtkabir'de duruyordu.

… …

İşte bu otomobil…

1959'da Anıtkabir'den çıkarıldı.

Türk halkını selamlaması için Eisenhower'ın altına verildi.

Sonra işi bitince tekrar Anıtkabir'e gönderildi.

Sembol otomobille…

Sembolik mesajdı.

Türk halkı, cumhuriyet tarihi boyunca o otomobilin üzerinde sadece

Mustafa Kemal Atatürk'ü ve ABD başkanını gördü!

Ve bugün.

Hâlâ merak edenler oluyor “ABD'nin sık sık yaşanan ukalalıklarına neden hak ettiği cevap verilmiyor filan?” diye…

Verilmiyor değil, VERİLEMİYOR…

Bugünlerin zemini o günlerde yaratıldı.

Tarihin karanlık dehlizlerinde yitip giden bu bilgiler unutulmasın, bilin istedim.