Her yıl aynı gün gelir.
Aynı törenler yapılır. Aynı tümceler kurulur.

Her yıl aynı acı gerçeğin etrafından dolaşılır.

Sarıkamış’ta kaç askerimizi kaybettik? Otuz bin mi? Doksan bin mi? İki yüz elli bin mi?

Bu sorunun kesin yanıtı yok. Zira Sarıkamış’ta yalnız askerler değil, gerçekler de donarak öldü.

Tek kurşun atmadan, soğuktan, açlıktan, susuzluktan ölen on binlerce insan…
Bu tabloya “destan” demek, yaşanan felaketin sorumluluğundan kaçmaktır.

Asıl soru şudur: Bu kadar insan neden, nasıl ve kimin hesabına öldü?

Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı’na Meclis’e danışmadan girdi.
Bir milletin kaderi, üç kişinin kararıyla belirlendi. Enver, Cemal ve Talat Paşalar.

Üstelik ortada inkâr edilemeyecek bir itiraf vardır. Enver Paşa, “Osmanlı ordusunun Almanları rahatlatmak için cepheden cepheye sürüldüğünü” kendi sözleriyle ifade etmiştir. Bu, vatan savunması değil; başkasının savaşında kullanılan bir ordunun hikâyesidir.

Sarıkamış Harekâtı, Balkan bozgununun utancını silmek isteyen genç subayların, yanlış bir hayalin peşinde tüketilmesidir. Ama bu hayalin bedeli, hayal kuranlar tarafından değil, emir alan masum askerler tarafından ödenmiştir.

Haritasız planlar… Kışı tanımayan komutanlar… Dağ yollarını asfalt sanan hesaplar…

Allahuekber Dağlarının romantizmle ilgisi yok. Kar, yanlış planı asla affetmiyor.

Rus askerinin ayağında çizme vardı. Bizim askerimizin ayağında yazlık çarıklar.

Onların sırtında keçe vardı. Bizim askerlerin yüreğinde vatan sevgisi.

Ama vatan sevgisi, kötü yönetimin mazereti olamazdı.

Askerler günlerce sıcak yemek yemedi. Peksimet bitti. Mataralardaki sular dondu.
Ve Sarıkamış’a varıldığında ordunun yüzde doksanı tek kurşun atmadan Enver Paşa’nın yanlış hesapları yüzünden yok olmuştu.

Bu bir savaş değildi. Bu, soğukta terk edilişti.

Daha sonra ne oldu? Gerçekler gizlendi. İstanbul’da zafer baloları düzenlendi.
Şam’da havai fişekler patlatıldı.

Öyle bir sansür uygulandı ki Sarıkamış yıllarca konuşulamadı. Kayıtlar yakıldı.
Gerçekler, İngiliz basınından tam üç yıl sonra ve ancak 1919’da geri dönebilen askerlerimizin anılarıyla gün yüzüne çıkabildi.

Bugün Sarıkamış’ı anarken hâlâ aynı yanlışı yapıyoruz. Yanlış kararları sorgulamadan, sadece ölümleri kutsallaştırıyoruz.

Oysa ölen asker masumdur. Onu ölüme gönderen hatalarda ise kahramanlık aranmaz.

Sarıkamış bize şunu öğretmeliydi: Yanlış kararlar da vatanseverlik kisvesiyle sunulabilir. Bedelini her zaman halk öder.

Sarıkamış bir destan değildir. Sarıkamış, yüzleşemediğimiz bir acıdır.

Yüzleşemediğimiz her acı, bir gün başka bir adla karşımıza yeniden çıkabilmektedir.