Birinci Malatya olayı, 1978 yılında Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu'na gönderilen, içinde bomba bulunan bir paketle başlamıştı. Malatya çok acı ve kanlı günler yaşamıştı.

Sürgü, Malatya'nın Doğanşehir ilçesinin bir beldesidir. 4000 nüfusludur. 900 kişisi Alevi'dir.

Beldenin ramazan davulcusu ile kapısının önünde yüksek sesle çalmamasını uyaran Alevi bir aile arasında 28 Temmuz 2012 günü saat 02 de bir gerginlik yaşanır.

Çevreden de katılanlarla bu gerginlik iki gün devam eder. Adeta bir linç ortamı hazırlanır. Askerin gerekli önlem almasıyla, daha vahim bir sonuca ulaşmadan olay şimdilik yatıştırılır.

Olay basit ve lokal bir hareket gibi görülebilir. Nitekim bir kısım yetkililer ve iktidar mensupları da böyle görür.

Malatya valisi olayı "münferit bir olay" olarak niteler.

Hükümet sözcüsü Bülent Arınç "Olay abartılıyor" der.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik "Olayın bir mezhep çatışması gibi sunulması doğru değil, provokasyona müsaade etmeyiz, olayı takip ediyoruz",

AKP Malatya milletvekili Ömer Faruk Öz "Münferit bir olay, genelleme yapmak doğru değil. Bana kalırsa, rahatsız olunuyorsa o bölgede çalmamak gerekir" der.

Oysaki her toplumsal olayı, sonundan başına doğru etüt ederseniz başlangıç noktası böyle bireysel, münferit bir olay görünümündedir. Provokasyon da böyledir.

Örgütlü provokatör hareketler, gıdasını bu tip gelişmelerden alan siyasetler, böyle bir olayı anında büyük felaketlere dönüştürürler. Maraş, Çorum, Sivas olayları gibi... İşte konunun hassasiyeti de buradadır.

Nitekim yakın tarihte Adıyaman'da, Erzincan'da, Buca'da, Hatay'da, Antep'te ve Didim'de Alevi ailelerin kapılarına yazı ve işaret konularak toplum kışkırtılmak istenmiştir. Ancak toplumsal duyarlılık bu kışkırtmalara fırsat vermemiştir.

Ne yazık ki iktidar bu olaylarda görevini yapmamıştır, yapamamıştır. Oysaki bu tip gelişmelerin önüne geçmek devletin ve özellikle iktidarın görevidir.

Bu olaylar "münferit olaydır" diyerek üzeri örtülmemeliydi. Yapan ne amaçla yaparsa yapsın, yapan çocuk dahi olsa bu olayların daha büyük toplumsal olaylara yol açacağı düşünülmeli ve olay bizzat iktidar tarafından teşhir edilmeliydi.

Sürgü olayında Mazlum-Der Malatya şubesinin hazırladığı rapor, sanırım çok önemli bir noktayı vurgulamaktadır.

Raporda: "(...) Normal olmayan ve asıl insanı endişelendiren husus; böyle sıradan bir olay üzerine, spontone bir şekilde kasabadan yüzlerce kişinin toplanıp evin etrafını sarmaları, evi taş yağmuruna tutmaları, aileyi oradan sürmeye çalışmalarıdır.

Bu durum, toplumun derin zaaflara, ölümcül marazlara sahip olduğu ve bunu her daim içinde barındırdığını gösteriyor.

(...) Şüphesiz bu gibi olaylar, bu yanlış politikaların toplumsal bilinçaltındaki karşılığından başka bir şey değildir. Yetkililerin, hak ve özgürlük dili yerine tahakkümcü bir dil kullanmaları, bu konularda toplumsal refleksi de etkilemektedir" deniyor.

Asıl üzerinde durulması gereken konu işte budur.

Bu ülkede nasıl bir sosyal, siyasal ve İslâmi bir iklim vardır ki, küçükten büyüğe herkes, karşı inanç grubuna, karşı etnik gruba bu kadar düşmanca ve ötekileştirici bakmaktadır.

Kendi gibi olmayana, kendi gibi düşünmeyene nasıl bu kadar kin ve nefret duymaktadır

Bunun temeli cehalettir diyor isek, cehaleti yok etmenin yolu eğitim diyor isek, verdiğimiz eğitimle yok edebildik mi bu cehaleti?

Yıllardır verilen eğitimle bu topluma, toplumsal barış, toplumsal hoşgörü adına neler verdik. Hiç sorguladık mı?

Mevlana'nın, Hacı Bektaşi Veli'nin, Yunus Emre'nin asırlar önce bu toplumun dokusuna işledikleri hoş görüyü yeni nesile işleyebildik mi?

Namus için kızını öldüren babaya,

Ermeni olduğu için Ermeni'yi öldüren delikanlıya,

Alevi olduğu için Alevi'ye kin duyan bir topluma ne verdik.

Hiç sorduk mu kendimize?

Devletin belki de en önemli görevi:

Toplumu bu tutsak edilmiş zihin yapısından kurtarmak değil midir?

Bilinçaltına yerleştirilmiş saçmalıklarla, oluşturulan Alevi düşmanlığını yok etmek değil midir?

Demek ki devlet ve bu toplum, siyaset, diyanet görevini yapmamıştır ya da yapamamıştır.

Davulcu ve bunu fırsat bilerek o aileyi linç etme girişiminde bulunan kalabalık elbette suç işlemiştir. Ama bu suçun işlenmesine neden olan, asıl böyle bir iklimin varlığı ve de bu iklimi oluşturanlar değil midir?

Eğer Alevi toplumunun asırlarca kimliğini oluşturan cemevi tanınmaz ise,

Eğer bu inanç grubunun inancı bir ölçüde tescil edilmez ise,

Eğer inanç ve etnik kimliğin ötekileştirilmesi engellenemez ise,

Ve eğer yılların birikimi olan, bilinçaltındaki kin ve nefret duygusu silinmez ise,

Ve de siyaset bu inanç gruplarının üzerine inşa edilirse, olacağı budur.

Bu toplumsal iklim her an yeni bir olaya gebedir. Bugün bir davulcu neden olur, yarın bir zurnacı...