Aşık Veysel öldüğünde, birçokları   halk ozanlığı geleneğinin sona erdiğini söyledi, yazdı.

O yıllar hâlâ evli evinde köylü köyünde yıllardı. Mahalli halk ozanları korkusuz köy odalarında, şehirlerde korkuyu aşıp kapılarını açabilen sinema salonlarında çalıp çığırıyordu. Sayıları da az değildi; Aşık Mahsuni Şerif, Aşık Ali İzzet Özkan, Şah Turna, Aşık İhsani, Kul Ahmet...

Bunlara bakarak o günlerde 8 Mayıs 1974 tarihli Yeni Ortam Gazetesi'nde "Halk Ozanları ve TRT" başlığıyla ben de bir yazı yazmış, ozanlık geleneğinin sürdüğü, süreceği yönünde görüşlerimi belirtmiştim.

"Aşık Veysel'in ölümüyle halk şiiri geleneği sona erdi diyenler elbette yanılgı içindedirler." demiştim.

Sonraki yıllarda halk ozanları geleneğinin sürdürüldüğüne, Aşık Mahsuni Şerif'in daha da öne çıktığına, öncülük ettiğine tanık olmuştuk.

12 Eylül 1980 Evren darbesinden sonra köylüler gözden çıkartılmış, şehirlere göç hızlanmış, şehirler şehirköye dönüşmüştür. Adeta köylü şehirlerde eritilmek istenmiştir.

Ülkede iktidara gelenler, niyetlerini saklamamışlar, özellikle son yirmi yıldır ülkeyi yönetenler devleti bir ticari şirket gibi yöneteceklerini açık açık söylemekten çekinmemişlerdir. Onlara göre para, rant köylülerin arazilerinde, kullanım alanlarındaki dağların altındadır. Akan derelerde, esen yeldedir. Köylüyü buralardan söküp atabildiklerinde dağlardan altın çıkartmak, derelerin suyunu çekmek, rüzgârlı arazide rüzgâr gülü döndürmek kolaylaşacaktır.

Öyle de olmuştur. 

Köylü, yurdunda muhacir olmuştur.

Ülkede tüketim gemi azıya almış, halk yoksullaşmıştır.

Coşkun akan dereler susuz kaldığı gibi, ambarlarımız buğdaysız kalmış; nohut, mercimek sofralardan çekilmiş, samanlıklar samana hasret kalmıştır. Tencerelerde et yerine dert kaynar olmuştur. Yoksullaşan halk gericileşmiş, gerici, çağdışı, faşist partilerin yandaşı, oy vereni olmuştur.

Bu gel-gitler sonrasında sosyolojik olarak egemenlerin öngöremediği gelişmeler de yaşanmıştır. Şehirlerde köy dernekleri ortaya çıkmış, şehir kültürüne ısınamayan köylüler örgütlenerek köy kültürünü yaşatmayı sürdürmüşlerdir. Ozanlık geleneği de şehirköylerde kendine yaşam alanı bulmuştur. Köy köy gezerek saz çalan, türkü söyleyen ozanlara, köy derneklerinin, cafebarların kapıları açılmıştır.

Halk ozanı denilince akla hep erkekler gelir. Öyle ya, sırtında sazı köy köy dolaşan bir kadın ozan nasıl başa çıkar bu zorlu yolda, yolculukta? Şehirlerde kadın ozanlara yaşam alanları açılmış, kadın ozanların da sesleri yankılanmaya başlamıştır.

Ozanlar, ses sanatçıları değildir. Kendi eserlerini saz eşliğinde topluma ulaştıran sanatçılardır. 1970'lerde dinlemeye başladığımız Şah Turna'nın yerini bugün Aysel Çiçek’ler almıştır.

Aysel Çiçek, şiirlerini İzan Yayıncılık'ta çıkan "İlle Yolum Aşktır Benim" kitabında toplamış, sazının yükünü azaltmıştır. Kucağına aldığı sazının telleri de ezberlemiştir bu şiirleri.

Şiirlerinde Karacaoğlan rüzgârı esmektedir.

Pir Sultan Abdal duruşu vardır.

"ÇİÇEK der yaşasam ben de baharı

Gelse yaprağıma konsa bir arı

Ölmeden evveli o güzel yari

Gönül " sar" dedikçe aklım " ar" diyor."

Halk ozanları "ar-ı namus hırkasını" giymiş insanlardır.

Halk ozanlarından başka ne beklenir ki?

İktidarlar halkın iktidarı değildir. Bunun ayırdımındadır ozanlar. Gelen gideni aratır.

Gelen, gidenden daha çok hırsızdır, çalar.

Gelen, gidenden daha zalimdir, ezer.

Gelen, gidenden daha aç gözlüdür, yağma sofraları kurar.

Halk ozanları görür bunları. Yaşamları her gün daha zora düşen halkın sözcüsü olur ozanlar.

"ÇİÇEK der bitsin bu çekilen acı

İnsanın insana yetmesin gücü

Takalım dünyaya barıştan tacı

Mekân da Cennet de sizlerin olsun."

İktidarlar öfkelenir ozan sözüne. Susturulmak istenir saz, söz. Konserler yasaklanır, işkenceler yapılır, cezaevleri yol olur.

Daha sinsi bir siyaset izlenir alttan alta. Müzik yasaklanır. İktidar sofralarından kalkmayan alimlerin dediklerine göre sazın içinde şeytan vardır.

Bu yalana kayıtsız kalmaz, kalamaz Dertli.

"Abdest alsan aldın demez

Namaz kılsan kıldın demez

Senin gibi haram yemez

Şeytan bunun neresinde?"

Halk ozanı, şeytanın nerelerde yurt tuttuğunu da bilir. Şeytan, sazın içinde değil, dini siyasete alet eden dincinin, zorbanın, haraminin, çıkarcının, işbirlikçinin içindedir.

Cehalet çukurundadır şeytan.

Ankara'da Kızılay'da Bahar Cafe'de şeytana papucunu ters giydiriyor halk ozanı Aysel Çiçek. Güneydoğu yanımızın depremlerde yıkıldığı şu günlerde kışımızı yaza çeviriyor.

Bahar Cafe'den çıkıp kendimizi Konur Sokak'a, Selanik Caddesi'ne attığımızda insanlardan çok ağaçların süslenip püslendiğini düğüne, bayrama katılmak için yollara düştüğünü görüyoruz.

Anadolu'da binlerce yıldır Bahar Bayramı kutlanır. Hititlerde otuz sekiz gün sürermiş kutlamalar.

Selanik Caddesi'ndeki büroma doğru giderken ben de katılıyorum aralarına. Benim de kolum kanadım pür çiçek. Aşık Veysel söylediği türküde: "Kendim gurbet elde, gönlüm sılada" diyor ya benim de aklım hâlâ  Bahar Cafe'de, türkülerde:

"Kızarım, küserim, şaşarım bazı

ÇİÇEK, gönlüm olmaz bunlara razı

Getirin kurulsun hassas terazi

Tartın iyilikle yeksan bulunmaz."