Kendilerine suç ortağı arayan ayrılık
yanlısı Kürtlerin; Lazları, “…Sizin de bayrağınız, sizin de marşınız, sizin
de hedefleriniz olsun… Siz de anadilinizi öne çıkarın…” şeklindeki
kışkırtıcı tavırlarından, oldum olası hep rahatsızlık duymuşumdur…
Ancak, bu tahriklere kapılmayan
Lazların, “Bizim bayrağımız da var, marşımız da var, hedeflerimiz de var…
Bayrağımız, Türk Bayrağı; marşımız, İstiklal Marşı, hedefimiz de Ulu Önder
Büyük Atatürk’ün gösterdiği hedeftir…” şeklindeki, yanıtlarından da bir
Karadenizli olarak, hep övünmüş, gururlanmışımdır.
* *
*
Geçtiğimiz günlerde, bir TV
kanalında, AKP Karadeniz Milletvekillerinden biri, Doğu Anadolu’nun bir
yerlerinde, bir Kürt yurttaşımıza; “Biz Lazlar, sizin deniz görmüş
haliniziz...” diye sırnaşıyordu.
Yalakalık boyutlarını da aşan bu
yakışıksız benzetme, her zaman olduğu gibi o an da canımı sıktı.
Tam bu konuyu enine boyuna kaleme
almak için klavyemin başına oturmuştum ki, elmeğimde, konuyu içeren bir yazı
buldum.
Elden ele dolaşa dolaşa deforme
olmuş, “Lazların, Kürtlere mektubu” başlıklı, yazanı bilinmeyen bu
yazıyı, (yazarının hoşgörüsüne sığınarak) yeniden düzenledim, sizlerle de
paylaşmak istedim.
İşte o yazı…
* * *
“…Birileri bizi çok benzeştirir, Kürt uşağum… ‘Lazlar,
Kürt'ün deniz görmüşüdür’ derler.
Haçen biz, Karadeniz diye
adlandırılan bu coğrafyada, hep gurbeti yaşadık.
Bazen denizci olduk, bazen
rençper. Bazen inşaatçı olduk, bazen hamal. Bazen de çaresizlikten, dünyanın
dört bir yanına yayılıp, ne iş bulursak onu yapar olduk.
… …
Yollarımız patikadır.
Biz de sizin gibi açlığı ve
yokluğu iyi biliriz.
Gerçekten de beraber yüklendik
ülkenin en ağır işlerini. Nesiller boyu, emekçiliği oynadık birlikte…
Siz susuzluktan yakınırken biz de
sellerin sürüklediği molozlar arasında, kaybettiklerimizin cesetlerini aradık
yıllarca…
Sizin adınız, sınır kaçakçılığıyla
anılırken, biz de silah kaçakçısı olarak bellendik.
Silah ürettik evimizin ahırında,
namlu taktık oyuncak silahlara.
Siz Irak, Suriye topraklarında
gezinirken; biz de Gürcistan topraklarına uzandık ara sıra.
* * *
Birileri bizi çok benzeştirir,
Kürt uşağum…
Haçen biz de düşünürüz zaman zaman
bunu.
Sorar dururuz kendi
kendimize, “neyimiz benzer?” diye…
??!!...
Siz ne düşünürsünüz bilmeyiz ama
bize sorarsanız; “hem çok benzeriz, hem de hiç…” deriz biz.
Doğru… benzer, benzeşiriz; siz
karnı burnunda anne adaylarınızı kızakla hastanelere taşırken biz sırtımızda
taşırız.
Ülkenin en ağır işlerini yıllarca
beraber sırtladık, bu da doğru…
Siz beton dökerken; biz duvarcılık
yaptık. Siz duvar örerken; biz demir döşedik.
Siz park simsarlığı yaparken; biz
gazinoları haraca bağladık.
Bak bu yönlerimizle de benziyoruz
birbirimize…
Sizin çocuklarınızın kaderi ile
bizim çocuklarımızın kaderi de aynı. Aynı hastalıklardan kırılıyorlar, aynı
hastalıklardan sakat kalıyorlar, aynı eğitimsizlikten mağdur oluyorlar. Bu
konularda da benzeşiyoruz.
Size ulaşılma konusunda, devletin
geç kaldığını iddia ediyorsanız; bilesiniz ki, bizim de sizden hiç farkımız
yok.
Sizinkiler gibi bizim uşaklar da
devleti hep “jandarma” olarak bilir.
Namus anlayışımız da aynı…
Ha bu poh yiyen geleneğimiz uğruna, “namusumuzu
temizliyoruz” deyi, binleri öldürdük; siz de biz de…
… …
Silahı, yaşamın bir parçası gibi
görme anlayışımız da aynı.
Şaka maka bayağı benziyoruz
birbirimize… Siz gerçekten de bizim deniz görmemiş halimizsiniz galiba…
??!!...
Ama çok önemli şeyler de var bu
arada, bizi sizlerden farklı kılan…
“Nedir onlar?” derseniz; örneğin
bizim, anadil gibi bir sorunumuz hiç olmadı. Hiçbir zaman bu tür komplekslere
kapılmadık… Bu konularda, hiçbir zaman dolmuşa gelmedik.
Kültürel haklar bahanesiyle hiçbir
cana kıymadık.
Elimizde keleşle hiç dolaşmadık.
Askere, polise hiç pusu kurmadık.
Hiç pusuya yatıp, körpe
delikanlılara, yiğitlere, vatan için görev yapan ana kuzularına hiç mayın
döşemedik.
Hiç işyeri yakmadık.
Hiç kepenk kapatmadık insanların
yüzüne.
Hiç yollara düşüp caniliği,
canileri savunmadık.
Hiç Mehmetçik ile puştu bir
tutmadık; bunları yakıştıramadık vicdanımıza, yakıştıramadık…
İşte bu yönlerden hiç benzemiyoruz
birbirimize, hem de hiç!
… …
Çanakkale'de biz de öldük.
Yetmedi, Pontus çeteleri ile
mücadele ederken öldük. Ruslara karşı öldük.
Yetmedi, Kore’de öldük. Yetmedi,
Kıbrıs’ta öldük.
Ama bütün bunları, iğrenç
ayrılıkçılık anlayışına kılıf uydurmak için hiçbir zaman malzeme konusu
yapmadık.
Zafere ulaşmak için her yol mubah,
demedik, diyemedik.
… …
Çocuklarımızı sokaklarda taş
atsınlar, barikat kursunlar diye yollamadık. Bayrakları çiğnesinler, Milli
Marşımızı söylemesinler diye öğütlemedik.
Lazlığımızı Türklüğümüzün
önünde görmedik, hiç bir zaman.
Hiç dağa çıkmadık.
Sizin gibi ülke ülke dolaşıp,
sorunlarımızı, bire bin katarak dışa vurmadık; ülkemizi, dosta düşmana karşı
reklam etmedik. Kırılan kolumuzu yenimizin içinde sakladık.
Bir oğlumuzu dağa, bir oğlumuzu
üniversiteye, bir diğerini askere yollama kurnazlığına başvurmadık.
… …
Devlete vergi vermekten kaçıp,
eşkıyaya haraç vermedik. Gece dağda, gündüz kurumda olmadık. Hastaneleri
basmadık, okulları yakmadık, şantiyeleri havaya uçurmadık.
Biz ekmeğini yediğimiz ülkemize hiç ihanet
etmedik..
Bizim için her zaman, “tek
bayrak, tek dil, tek vatan” oldu.
Yok uşağum yok…
Biz Karadeniz çocuğuyuz…
Biz size göre bayağı bayağı
yurtsever düşeriz…
Biz aslında birbirimize hiç
benzemiyoruz, hem de hiç…”