Irak anayasasındaki adıyla Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) olan Kuzey Irak'ta, 25 Eylül 2017 günü bağımsızlık referandumu yapıldı. % 72 katılımla yaklaşık % 93 evet denildi.

Peki, bunun anlamı nedir?

Fiili kurulmuş Kürdistan Devleti yasal statüye kavuşuyor diyebiliriz. Çünkü:

-1946'da Molla Mustafa Barzani ile başlayan...

-11 Mart 1970'te Saddam Hüseyin ile Molla Mustafa Barzani arasında yapılan anlaşmayla bölgesel özerkliği kabul edilen (ancak İran-Irak savaşında bozulmuştu)...

-1990'da ABD'nin Irak'ı işgal edip, "Kuzey Irak"ı uçuşa yasak bölge ilan etmesiyle

Kürdistan'ın temeli zaten atılmıştı.

***

Ve yine referandum için:

-Irak Anayasa Mahkemesi'nden referandumun durdurulması kararı çıkmışken...

-Irak Parlamentosu referandumu tanımama kararı almışken..,

19 Nisan 2017 günü, yani 5 ay önce Irak Başbakanı Haydar İbadi "Kürt vatandaşların kendi devletlerini kurma hayalinin doğal hakları olduğunu", ancak "şu anki sürecin uygun olmadığını" söylemişti.

Ve ABD yönetiminden ve Batı'dan, referandumun ertelenmesi için göstermelik bir çağrı yapılırken...

Bölgede önemli bir aktör olan Rusya, referandum lehinde ya da aleyhinde net bir tavır ortaya koymamış, "bu sorun bölge ülkelerinindir" demişti.

Türkiye'yi yönetenler ise Barzani'nin 23 Mayıs 2015 günü Amerika'da referandumu gündeme getirmesine, "Bu Irak'ın içişleridir bizi ilgilendirmez" demişti.

Ve bugün, referandum sonrası Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır "bağımsız Kürt devletini destekleyecekleri" mesajını vermiştir.

Özet olarak, genelde referanduma yeşil ışık yakılmıştı ve de yakılmıştır diyebiliriz.

***

Peki, bugün referandumdan çevre ülkeleri korkutan ne idi?

Özellikle Türkiye'nin, baştan beri Irak ve Suriye için politikasının ana ilkelerinden biri toprak bütünlüğünün korunması olmuştu. Türkiye'nin genel hassasiyeti bu idi.

Elbette bunun temelinde, bölge ülkelerinin herhangi birinde yaşanacak bir sınır değişiminin domino etkisi yaratacağı kaygısı da vardı.

İşte bugün, belirleyici olan bu kaygı Irak, İran ve Suriye başta olmak üzere tüm

Ortadoğu'da yaşanmaktadır diyebiliriz.

***

Aslında bu gelişmelere bir de başka açıdan bakmak gerekir idi...

Osmanlı'nın Kürdistan toprakları, 100 yıl önce 4 parçaya bölünüp 4 ülkeye paylaştırılmıştı. Lozan anlaşmasında da (24 Temmuz 1923) imzalanmıştı.

Yani enerji kaynaklarının yoğun olduğu bu bölge hasta olarak, iç ve bölgesel çatışmalara gebe olarak bırakılmıştı. Elbette bu bir İngiliz siyaseti idi...

Ama nedense bu durum hiç sorgulanmadı? Bölge ülkeleri bunu, neden bugüne kadar sorgulama ihtiyacı duymadı? Bilemiyoruz.

Eğer bu durum ta baştan sorgulansa idi, İngiliz siyasetinin uzun vadeli arkadaki amacı görülebilmiş olsa idi, belki de birlikte yaşamanın toplumsal koşulları oluşturulabilirdi.

İste bugün yaşanan; İngiliz siyasetinin yarattığı bu dört parçada, ya kendiliğinden gelen ya da getirilen hareketlenmedir.

Ve her ülke bugün, kendi parçasının kopacağı ya da koparılacağı korkusunu yaşamaktadır. Bu Irak'ta başlatılmıştır, Suriye'de başlamak üzeredir.

Türkiye için böyle bir kopmanın olanağı yoktur ama yine de bu kaygı yaşanmaktadır.

***

Elbette bugün Ortadoğu'nun yeni haritası şekillenirken Türkiye ciddi bir siyaset geliştirmelidir.

-Çünkü Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra cetvelle çizilen haritalar değiştirilmektedir.

-Ve de biz ne dersek diyelim, küresel güçlerin himayesinde Kuzey Irak, referandumla Bağdat'tan ayrılmış ve de bu ayrılık sandıkla tescil edilmiştir diyebiliriz.

"Esad için aldandık, Barzani için aldandık" diyerek; "asarız, keseriz, bir gece ansızın gelebiliriz" diyerek; iç politikaya yönelik hamaset edebiyatı yaparak bölgesel milli bir politika üretmek zordur.

Üstelik daha da tehlikelisi:

Bugün, belki de geri dönüşü olamayacak savaşçı bir dil kullanılmaktadır. Ki, bu dilin ülke içine yansıma tehlikesi vardır. Bu dilin, kendi Kürt kimlikli yurttaşlarını ayrıştırıcı bir dil olma tehlikesi vardır.

Yani kendi ülkemizde olabilecek "duygusal kopuş", diğer bir ifadeyle "aidiyet duygusunda yok oluş" tehlikesini akıldan çıkarmamak gerekir...