Cuma günkü yazımızda;

Her şeyimiz karman çorman…

Dilimiz de öyle…

Dilden başka her şeye benzeyen ve her bir şeyimize egemen olan Arap kültürü ve Arapça, yıllardır dilimize de egemen oldu…

Dil ve kültür olarak egemen olması yetmiyormuş gibi, çağ dışı harfleriyle de Dil dünyamızı kirletti.

Din uğruna Arapça olarak kirletilen tabelalarımızdaki kirlilik yetmezmiş gibi turizm sektöründeki kurum ve kuruluşlarımız da turizm uğruna yabancı ya da uydurukça sözcüklerle dilimizi kirletiyor.

dedik…

Vay sen misin bunları diyen!

Abuk sabuk pek çok eleştiri aldım.

“…Vay efendim ben kutsal bir dil olan Arapçaya nasıl dil uzatırmışım da…

Benim uydurukça dediğim dil, “turizm” diliymiş de…

Turistik tesislere, turistin kendi dilinden adlar verilmese; otellerin ve de sektörle ilgili diğer işletmelerin adı turistlerin aklına nasıl yer edermiş de…

Bir turizm kentinde Türkçe tabela mı olurmuş da!

Ben hangi devirde yaşıyormuşum da…

Boş boş konuşuyormuşum da…

İyi ki Alanya Belediyesi ve Alanya Kaymakamlığı benim kafa yapımda değilmiş de…

Miş miş de muş muş…”

Ve buna benzer daha neler neler…

*    *    *

Bak(ın) güzel kardeş(ler)im…

Ben Türk’üm ve dilim Türkçeye sahip çıkıyorum.

Boşa yazmıyor ya da boşa konuşmuyorum.

Ne yazıyorsam, araştırarak, düşünerek yazıyorum.

Görerek ve de bilerek yazıyorum.

Geleceğimizi görerek yazıyorum.

Siz de araştırın; özellikle turizm kentlerimizde (Alanya’da da olduğu gibi) turistik işletmelere ve işyerlerine, “turistlerin aklında daha iyi kalıyor...” gibi abuk bir mantıkla, yoğun bir şekilde yabancı isimler verilir oldu...

Şimdi sizlere de soruyor ve konuyu tartışmaya açıyorum.

Turizmin tek amacı, ne pahasına ve neye mal olursa olsun, sadece ve sadece   maddi kazanç sağlamak mıdır?...

Böyle şapşal bir mantık olabilir mi?...

Turistlere; doğal güzelliklerimizi, tarihsel ve kültürel zenginliklerimizi kendi dilimizle yansıtmalıyız ki; görüp yaşadıklarının yanında, belleğinde üç beş de Türkçe sözcük kalsın...

Türk’ü, Türkiye’yi tanıdığı gibi, Türkçeyi de tanısın...

Kaldığı otelin, yemek yediği lokantanın, yediği yemeğin, alışveriş yaptığı işyerinin adının, ne anlama geldiğini sorsun soruştursun...

Üç beş kelime de olsa, Türkçe öğrensin...  

Öğrendiği üç beş Türkçe sözcüğü, ülkesine taşısın...

Siz hiç gittiğiniz yabancı ülkelerde; o ülke insanlarının, işletmelerine kendi dilleri dışında, başka dillerde   adlar verdiğini gördünüz mü?...

Siz hiçbir Alman ya da Fransız’ın kendi dili dışında esenleştiğine tanık oldunuz mu?

O zaman bizdeki bu özenti, bu kompleks niye?...

Neden kendi kendimizi “kültürel soykırım uçurumuna” itiyoruz?... Kazakistan, Türkmenistan, Hindistan, İrlanda, Tunus, Cezayir v.b örnekler gözümüzün önündeyken, neden hâlâ devekuşu örneği kafamızı kuma gömüyoruz?...

Lütfen, artık şunun bilincine varalım...

Dilimizdeki bu yozlaşma, yabancı güçlerin “dilimizi unutturma” oyununun bir sonucudur...

Bu gidişin sonu, iki üç  nesil sonra dilimizin tamamen yok olmasına kadar gider...

Unutulmamalıdır ki; dil olmazsa kültür olmaz.

Kültür olmazsa kimlik, kimlik olmazsa haysiyet, onur olmaz...

Bireyleri ulusuna, yurduna, geçmişine, bağlayan en önemli etmen, kuşaklardan kuşaklara aktarılarak gelen dildir.

Yani dil, bir toplumu ulus yapan en önemli etmendir.

Dilini kaybeden toplum, her şeyini kaybeder.

Buradan başta Kaymakamımız Sayın Dr. Fatih Ürkmezer ve Belediye Başkanımız Sayın Osman Özçelik’e ve de Alanya’da faaliyet gösteren tüm Sivil Toplum Kuruluşlarına çağrı yapmak istiyorum...

Geç olmadan, dilimize sahip çıkalım ve bu konuda üzerimize düşen görevleri yapmaya çaba gösterelim...

Bakın Kırşehir Valiliği, Kırşehir Belediyesi, Kırşehir sivil toplum kuruluşları tam on yıldır, bu konular üzerinde titizlikle çalışıyor. Kırşehir Belediyesi, Türkçe olmayan adlarla açılan işletmelere ruhsat vermiyor.

Kırşehir Belediyesi, belediye değil mi?

Ya da Kırşehir Belediyesi bu ülkenin belediyesi değil mi?

Dahası dilimiz Türkçeyi sahiplenip, koruyup kollamak sadece Kırşehir Belediyesinin görevi mi?