Toplum, çoğu zaman insanları sahip oldukları statülerle tanımlar. Bir meslek, bir unvan, bir etiket… Oysa insan, bir kartvizite sığamayacak kadar derin, bir sıfatla sınırlanamayacak kadar evrensel bir varlıktır. Her birey, yaşadığı toplumun ruhuna kendi sesini, emeğini ve vicdanını katar. Gerçek aidiyet; sadece görünürlükte değil, üretimde, birlikte var olma çabasında, iyiliğin yanında saf tutuşta gizlidir.
“İnsan, hayata anlam veren bir varlıktır.” der Viktor Frankl. Anlam ise hazır verilmez; yaratılır. Bu yaratım da ancak insanın kendi potansiyelini fark etmesi, kendisini başkalarıyla kıyaslamadan, varoluşunu kendi hikâyesi üzerinden kurmasıyla mümkündür.
Ne kadar kazanıyoruz değil, ne kadar katkı sağlıyoruz?
Kaç takipçimiz var değil, kaç kalbe dokunuyoruz?
Nerede çalışıyoruz değil, neye hizmet ediyoruz?
Bir toplumun gerçek gücü, en alttaki bireyine gösterdiği değerle ölçülür. Statüsü ne olursa olsun, bir insanın sözü dinleniyor, emeği görünür oluyorsa; işte o toplum, gerçek eşitliğe doğru bir yolculuğa çıkmıştır.
Albert Camus, “İnsan olmak, utançla savaşmaktır.” der. Bu mücadele, bazen sessiz bir iyilikle, bazen de yüksek sesle dile gelen bir adalet çağrısıyla olur. Herkesin kendi çapında bir “iyi-kötü” savaşı vardır. Bu savaş, üniforma giyerek değil; yolda düşeni kaldırarak, haklıyı koruyarak, suskunlar için konuşarak verilir.
Bizi ayakta tutan şey yalnızca yaşamak değil, bir anlam uğruna yaşamaktır. Kimi zaman bir çocuğun tebessümünde, kimi zaman bir annenin dualarında yer buluruz kendimize. Ne kadar görünür olduğumuz değil, ne kadar iz bıraktığımız önemlidir. Toplumun iyileşmeye, birlikte üretmeye, dayanışmaya en çok ihtiyacı olduğu bu çağda, asıl olan statü değil, yüreğimizin sesi ve elimizin emeğidir.
John Steinbeck şöyle der:
“İnsanın en büyük ihtiyacı, bir işe yarar olduğunu hissetmektir.”
Yararlı olmak, sadece başarmak değil, bir bütünün parçası olmak; kendimizi ve başkalarını birlikte büyütebilmektir.
İşte bu yüzden, statülerin değil, insanların değerli olduğu bir dünyayı birlikte kurmak zorundayız. Çünkü ne iyilik tek başına yeterlidir ne de kötülük tek başına kazanır. Asıl mücadele, hangisinin yanında saf tutacağımızla ilgilidir.
“En büyük devrim insanın kendi içindeki iyiliği seçmesidir der Tolsloy”
İyilik bir seçimdir.