Geleceğimizi belirlemek bir çırpıda alacağımız kararlarla oluşturacağımız bir durum değildir. Belirlemede birçok önemli etken olmakla birlikte çocukluk çağlarımızda, ilk bebeklik dönemini atlarsak, konuşmaya ve her hangi bir şeye başladığımız anlar çok olur.  

Bu an bir oyunun başladığı veya bir oyuncağı nasıl kullanmamız gerektiği olabilir, söylenen bir sözü yerine getirmek veya getirmemek olabilir; her ne olursa olsun kendi akıl süzgecimizden geçirerek o edimi gerçekleştiririz. Bu gerçekleştirme edimini bize içinde yaşadığımız ortam kadar kişisel gelişim ögeleri, kalıtsal özellikler, bizi yönlendirici, bir dereceye kadar zorlayıcı olgular ve anne-baba etkisi verir. İlerde, okul çağında ise öğretmenlerimizin etkisi görülmeye olmaya başlar.

Öğretmenlerimizi seviyorsak ona özeniriz, onun gibi davranmaya, onun konuşma tarzıyla konuşmaya, hatta onun mimiklerini kullanmaya başlarız. Anne-babadan hangisi ev ortamında daha baskınsa kişisel gelişim çizgimiz o oranda ya düz, sorunsuz, herkesin ‘anlayışlı, uysal çocuk’ tiplemesiyle ya da yine genel kanıda söylendiği gibi ‘dik başlı, dikine giden, söz anlamaz’ tiplemesiyle ilerler.

İşte burada karar verme, kendi yapımıza, düşün dizgemize uygun olup olmadığını tartma yetimiz güç kazanır. Süreç içerisinde ya etken bir tavır sergiler, birçok alanda belirleyici olma, önder olma konumuna geçeriz ya da daha edilgen kalır, başkalarının düşünce ve önerilerini üstünde fazla akıl yormadan benimseriz.

Bu durum bizim yaşamımız boyunca aldığımız kararlardan mutluluk duymamızı veya yaşamı pişmanlıklarla, ‘keşke …’lerle geçirmemizi getirir. 

SA050623

Örneğin, bir çocuk grubunda her hangi bir oyun oynamaya karar verip başlayacağımızı grup içindeki birkaç arkadaşımız belirler. Diğerleri oyunun kuralları içerisinde hareket eder. Karar veren çocuk bu önde olma olgusunu sürekli içinde taşır ve hemen her oyunda veya konuda kendisini ileri sürer. Nasıl? Önerileriyle, başkalarına düşüncelerini açıklayarak, olası farklı yaklaşımları ikna yoluyla ileri çıkar. Bu durum beğeni getirdiği kadar itici, zorlayıcı olarak da benimsenebilir. İtici diye nitelendirilmek grup dışına itilmeyi de içinde barındırır. Bir konuda ısrarcı olmamakta, başkalarının düşüncelerine saygılı olmakta yarar görürüm. 

Bunca yıl yaşadıktan, olumlu veya olumsuz, yararlı veya yararsız deneyimler geçirdikten sonra dönüp arkamıza baktığımızda ‘keşke’ diye başladığımız tümceler kurduğumuzu, biraz da üzüntüyle, fark ederiz. Böyle değerlendirmelere girdiğimiz anlar çoktur ve “keşke’ler” sıralaması uzar. Bu kendimizle hesaplaşmadır.

Yaşamın her alanındaki “keşke’lerimizle” hesaplaşabildik mi?  80’lerde 30’lu yaşlarda olan bizler neyin hesabını verebildik? Çektiğimiz acıların “keşke’leri” hiç aklımıza gelmedi mi, yoksa hiç aklımızdan çıkmadı mı? Kendimi örnek vereyim: çıkmadı. Böyle olmakla birlikte hiç aklına getirmeyenlerimiz ve bir akıl muhasebesine girişmeyenlerimiz çok. Hatta hiç olmaması gereken yerleri ‘fuzuli’ işgal edenlerimiz fuzuli işgallerinin bilincindeydiler ve yiyemeyecekleri yoğurdun başına oturmuşlardı. Hâlâ “fuzuli” işgale devam ediyorlar. Olmaması gereken noktalara virgül bile koymuyorlar. Sonucu günümüzün acı deneyimleri oldu. Torunlarımızın çocuklarını bile etkileyecek acı, kahredici deneyimler...

“Keşke’ler” işte böyle durumlarda beynimizi kemirir. Bu işgal fotoğraf albümündeki bir fotoğraflık yer işgaline hiç benzemiyor. Yaşamın ortasında birer motif olarak kaldığımız ve sonuçlarını acı deneyimlerle aldığımız dönemler yaşıyoruz. Karanlıkların üstüne karanlık basması bu yüzden değil mi? Perşembenin gelişi, kök salmamış ot gibi kuruduğumuz, çarşambadan belli olmuyor mu? Ne verdik ki ne istiyoruz? Ne ektik ki ne biçiyoruz? Bir'lerimiz oldu, üç'lerimiz oldu, on'larımız oldu da biz on bir olamadık; on ile on iki-on üç arasına sıkışıp kaldık. Sayfadaki düşünen adam umarım bir ders verir.

Bütün ‘keşkeleri’ sıralayıp sonlandırdıktan sonra hem düşün yapımıza hem bedenimize bir ferahlık yayılır. Bu ferahlık ise insan olduğumuzu, insanca bir ortamda yaşamamız gerektiğini düşünürüz, çoğu kez ‘iyi ki yapmışım, iyi ki o kararı almışım, iyi ki öyle davranmışım’ gibi mutluluk veren sonuçlar elde ederiz.

Benim ‘keşkelerimin’ sonu gelmiyor ve düşündükçe daha bir içinden çıkılmaz hal alıyor, geceleri uyku tutmuyor. ‘Keşke durum farklı gelişseydi’ diye kederlendiğim oluyor. İşte bu anlarda kendimle cebelleşmeyi bir kenara koyup, deneyimleri birlikte yaşadığım birkaç arkadaşımla (eğer hayatta kaldılarsa, görüşme fırsatım ve olanağım varsa) konuşmayı yeğliyorum. Ve tabii ki onlar kendi köşelerine çekilip konuşmamayı yeğlememişlerse.

Sağlıklı bir yorumlamayla “keşke’lerinizden” kurtulun, takılıp kalmanın fazla yararı olmuyor.