Kadın, yorgun, bitkin, isteksiz kalktığı yataktan banyoya yöneldi. Elini yüzünü yıkamak bile istemiyordu. Musluğu açtı ellerini suyun altına tuttu.
Aynaya bakarken, kendinden korktu. Anlamsız bir yüz, şiş gözler. Yıllar intikam alırcasına, yüzüne her gün bir çizgi çiziyordu... Dökülen, saçları ağarma yarışına girmiş gibiydi. Aynaya bakarken, sarı saçlarını ince beline salıp, yürüdüğünde görenlerin hayran bakışlarını düşündü.
Elini, yüzünü yıkayıp, kuruladı. Salona geçerken, gözü kırık boy aynasına takıldı, Doktorlar, kilo almasının, sıcak basmalarının, sebebinin menopoz olduğunu söylüyorlardı. Derme, çatma eşyalarla dolu salondan mutfağa geçti. Tezgâhın üstü, kirli çay bardakları, ,tava, tabak, çanakla doluydu. İçinden çay demlemek bile gelmiyordu. Geçmişte donattığı masaları düşündü. Çaydanlığa su koydu. Başını ellerinin arasına alıp, masaya oturup, suyun kaynamasını beklemeye koyuldu.
Yaşadıkları onu, rahat bırakmıyor, kendi yargıcı olmuş hesaplaşıyordu… Savunulacak yanı hiç yoktu. Doğup, büyüyüp, gelin olduğu kenti terk edip, buraya geldiğinde, sorunlarını unutacağını zannediyordu. Güçsüz, zavallı, ürkek ve sinikti… Şiddet, aşağılanmak onu böyle yapmıştı. Güçlü bir omuza ihtiyaç duyduğunda, aç kurtlar etrafındaydı… Yaralı bedeni ve yüreği kendisine ağır gelirken, yaşadıklarına karşın, elindeki üniversite diplomasına güveniyor, çalışmak istiyordu.
Ev ararken, kendine kiralık ev bulan, ne iş yaptığı belli olmayan, güçlü bir adamın pençesine düşmüştü. Ama ne düşüş…Böylece çalışma isteği boşlukta, diploması da çekmecede tam 15 yıl geçmişti. İlk zamanlar adamın iltifatları onu sahiplenmesi, hatta kıskanması hoşuna bile gitmişti...
Ocağın üzerindeki suyun kaynamaktan tükenmek üzere olduğunu fark etti. Dalıp gittiği düşüncelerden sıyrıldı. Temiz bir bardak aradı, bulduğu bir kupaya paket çay attı. Kupaya çaydanlığın dibinde kalan suyu koydu. Kahvaltı tepsisini masaya koydu.
Yalnızlığına artık alışmıştı. 15 yıldır yaşadığı adam, son aylarda birlikte yaşadıkları eve hiç gelmez olmuştu. Birlikteyken de sayısız kadınla beraber olmuştu. Şimdi de son gözdesi yeni sekreteriyle yaşıyordu. Ne çok hata yapmıştı. Aklı olan bir kadın onun şu yaşadıklarını yaşar mıydı? Aklı bir tarafa, bu kadar eğitimi, öğrenimi boşuna mı yapmıştı? Bunların tümünün boş olduğunu artık biliyordu. Biliyordu da, bu yaştan sonra hayata nasıl ve nereden tutunacağına bilemiyordu… Bir işe başlama hakkını bile kaybetmişti.
Düşünceleri onu daha gerilere götürdü... İlk eşi, bedenini inciten adam, yurt dışında iyi eğitim almış, bu ülkenin bilim adamlarından biriydi artık. Şimdiki ise hiç eğitimi olmayan bedenini değil, ruhunu incitip, yok eden, bir erkekti. Bu nasıl bir çelişkiydi… Neredeydi, yurt dışında kocaman üniversiteler okuyan, dayakçı ilk kocası? En küçük bir hatayı bekleyerek, yüzünü, gözünü dağıtan bu koca, bugün mesleğinde tanınmış bir bilim adamıydı. Bu eğitimli, saygın işkenceci adam, şimdiki eşine de aynı davranıyor muydu? Ona neydi ki. İyi olmasını diledi içinden, bu dileğe kendisi de şaşırdı.
Bu düşünceler canını artık çok fazla yakıyordu. Asıl kötü durumda olan kendisiydi, kendi gerçeğinden kaçış yolları ona bir şey kazandırmıyordu. İçsel çatışmalarına döndü. Gerilere gittiğinde, korunmasız ve zavallı olduğu bir dönemde bu günkü adamı tanımıştı. Bu uğursuz tanışma hayatının şiddet ve işkence döneminden sonra, yalanlar üzerine kurulu on beş yılının başlangıcı olmuştu. Böylesine çaresiz ve korunmasız bir genç kadın, bilinen ve bilinmeyen binlerce tehlikenin ortasındaydı. Güven isteğinin başına açtığı bir olaydı durum. Bugün böyle düşünüyordu. Çok geç kalmıştı, çok…
Yine ateş basmıştı, bu sıcak basmaları öldürecek beni dedi, ne kadar sık gelmeye başlamıştı. Göğüslerinden başlayan yangın şimdi sırtına yayılmıştı. Kalktı mutfakta suyun altına ellerini tutup göğsünü ensesini ıslattı. Camı açtı, kalbinin duracağını, kimsesiz burada öleceğini düşündü. Sanki yaşamanın anlamı var mıydı? Yine de bir yerlerden başlamalıyım diye düşündü. On beş yıldır bu adama hissettiği aşkı düşündü. Aşk mıydı acaba? Bu duygunun adının bir tür bağımlılık olduğunu uzun yıllardır biliyordu. Öyle olmasaydı, aralarında hiçbir konuda denklik olmayan bu adama neden katlanıyordu? Eğitimli bir kadın… İlkokul mezunu olduğu bile şüpheli bir adam. Hayatın tüm dehlizlerinden geçmiş, hayat üniversitesini bitirmiş cinsten. Sadece bir üniversite değil, neredeyse iki, üç. Kadına el kaldırmayan, bedenini değil, ruhunu inciten cinsten.
Düşündü, çok yakışıklıydı, ağzı iyi laf yapıyor, kadın ruhundan anlıyordu. Kadın, yalan söylediğini biliyor, ama bu büyülü ortamı bozmak istemiyordu. Çünkü yalana ve iltifata çok ihtiyacı vardı. Üstelik eşinden ayrılmış dul olduğu halde onunla evlenmek istememesine hiç aldırış etmemişti son aylara kadar. On beş yılda adamın hayatından birçok kadın geçmişti. Kadın zoraki yerinden kalkıp salonda ne yapsam ki diye düşündü. Sürekli yatmak istiyordu. Doktorlar onun bu haline “depresyon” tanısı koyup, ilaç vermişlerdi. Bu ilaçlar onu sürekli uyutuyordu. Yaşamı boyunca aslında uyanıkken de uyumuştu. Bu yaşta bir tutunamayandı.
Yine birlikte yaşadığı yakışıklı adama gitti aklı. Etrafta bu kadar genç, güzel kadın varken, beni ne yapsın diye düşündü. Kendini zihninin derinlerinde onu haklı çıkarmaya çalışırken buldu. Suçüstü yakalanmış çocuk gibi hissetti. Bundan sonra da yine affederim herhalde diye düşündü. Tekrar derinlerde kayboldu.
Bu yakışıklı, yalanı, iltifatı bol adamı, ancak göremediği zaman gerçekleri görebiliyordu. Yan yana olunca, hemen aklı, fikri devre dışı kalıyordu. Hangisi kendisiydi? Bu hastalıklı ilişkiye nasıl son verecekti? Yardıma ihtiyacı vardı…Kimsenin anlayıp,anlayış göstereceği bir durum değildi onun durumu.
Bir ormana gidip çığlık atmak istiyordu.