Türkiye’nin kırsalında her geçen gün aynı hikâyeyi duyuyoruz: Bir şirket geliyor, devletin gücünü arkasına alıyor, mera ve tarım alanlarını “kamu yararı” diyerek talan ediyor. Çorum Sungurlu’nun Karakaya Köyü’nde yaşanan dram da tam olarak budur. Samsun, Ankara hızlı tren hattına malzeme sağlama gerekçesiyle, köyün yalnızca elli metre yakınına dev bir taş ocağı kurulmak isteniyor.

Köylülerin kaygıları basit birer “duygu” değil; bilimsel temeli, yılların deneyimi ve toprağa bağlı yaşamın haklı endişeleridir: “Doğa mahvolacak, su kaynakları kuruyacak, otlaklar bitecek, bahçelerimiz ve hayvanlarımız zarar görecek.”

Üstelik bunlar sadece olasılık değil; Türkiye’de benzer projelerin yarattığı tahribatın birebir aynısıdır.

Daha vahim olanı ise şudur: ÇED raporları ve yetki tartışmaları ortadayken, bu çapta bir proje için yetkili makam Bakanlık olmasına rağmen “ÇED olumlu” kararının valilik üzerinden geçirilmesi TBMM’ye taşınmış durumda. Kısacası hukuki süreç tartışmalıdır. Dahası, köylüler yürütmeyi durdurma davası açmış olmasına rağmen şirketin jandarma eşliğinde iş makinelerini sahaya sürmesi, hukukun üstünlüğüne açıkça gölge düşürmektedir.

Mustafa Aydi̇nli̇ Kose Icin

Şu soruyu sormak zorundayız: Yargı süreci devam ederken, hangi güç ve hangi hakla köylünün kapısına kepçe dayayabiliyor?

Karakaya köylülerinin kaderi bir imza, bir ihale ya da bir holdingin kâr hanesine yazılacak rakamlardan ibaret olmamalıdır. Taş ocağı için planlanan alan yaklaşık 350 dönüm. Yıllık üretim ise 3,5 milyon tonla ifade ediliyor. Bu büyüklükte bir operasyonun yaratacağı gürültü, toz, patlatma titreşimleri, erozyon, yeraltı su dengesinin bozulması gibi sonuçlar kaçınılmazdır. Yüzey akışları kirlenir; tarım arazileri ve meyve bahçeleri verimsizleşir; otlaklar kullanılamaz hâle gelir. Erozyon riski artar. Bu durum yalnızca çevresel bir mesele değil; köyün yaşam damarlarının kesilmesi anlamına gelmektedir.

Bir köyü köy yapan nedir? Toprağı, suyu, merası, hayvanı, bahçeleri…

Bunlar zarar gördüğünde geriye ne köy kalır? Ne köylü? Ne de doğa. Köylü, köyünden göçe zorlanırken “kamu yararı” kimlerden yana işlemektedir?

Karakaya’da yaşananlar, artık Türkiye’de alışıldık bir tablo hâline gelmiştir: Sermaye, “büyük proje” kalkanının ardına saklanarak kırsal alanları tali ve önemsiz birer unsur gibi görüyor; devlet kurumları ise bu baskı karşısında ya sessiz kalıyor ya da süreci hızlandırıyor. Oysa kalkınma ile yağma arasında ince ama çok kritik bir çizgi vardır. Bu çizginin adı hukuk, bilim ve yerel halkın rızasıdır.

Karakaya köylülerinin söyledikleri aslında hepimizin kulağına çalınmalıdır:
Biz toprağımızı koruyoruz. Biz yaşamımızı savunuyoruz. Biz haksızlığa direniyoruz.

Bugün Karakaya’da verilen mücadele, bir taş ocağına karşı çıkmanın çok daha ötesindedir. Bu mücadele, kırsalın kaderini belirleme hakkını, doğanın var olma hakkını ve devletin vatandaşına karşı adil davranma yükümlülüğünü anımsatma çabasıdır.

Hukuk askıya alınırsa, ilk itirazı doğa yapar; peşinden köylü… Sonrasında ise tüm toplum bedel öder.

Karakaya’da bugün kopan fırtına, yarın hepimizin vicdanını titretecek bir gerçekliktir.