Dokunulmaması gereken amentülere dokunarak (ya da dokunulabileceği ihdas ettirilerek); sürece yanlış başlandı.

Gömleğin düğmeleri yanlış ilikleniyor…

*   *   *

Evet, insanlıktan nasibini almamış bazı geri zekâlılar, onarılması güç, çok büyük haksızlıklar yaptı bu ülkede…

Evet, bu geri zekâlılar, yöre halkına büyük eziyetler, büyük sarsıntılar yaşattı…

Evet, yaptıkları işin önünü arkasını düşünmekten yoksun bazı aklı evveller, sorunu, içinden çıkılmaz hale getirdi.

Evet, ortada gerçekten çok büyük bir yanlışlar silsilesi var.

Evet, bu sorun bu ülkenin öncelikle çözülmesi gereken, en acil ve en önemli sorunu…

Ama bu şekilde değil…

*   *   *

Önü arkası düşünülmeden, “nelerden ödün verilip, nelerden verilemeyeceği…” ortaya konmadan, “analar ağlamasın” edebiyatıyla, ucu açık ödünler vererek, yürütülen çözüm; çözüm olmaktan çıkar, kördüğüm haline gelir, ondan sonra isteseniz de çözemezsiniz.

Kürt kardeşlerimiz rahatsız oluyor diye,  “TC”yi yok etme, Türk Bayrağını yasaklama, İstiklal Marşını söyletmeme, ülkenin adını değiştirmeye kalkışma girişimleri yanlıştır.

Yanlıştan öte gaflettir, dalâlettir.

Bir tarafı yaparken, bir tarafı bozmaktır.

Bir tarafı kazanırken, diğer tarafı kaybetmektir.

Bu sürece karşı çıkanları, “çözüm böyle olmaz” diyenleri…fişleyerek, gazlayarak, joplayarak, onları “çapulculukla” suçlayarak susturmaya çalışmak densizliktir.

Akillikleri kendilerinden menkul böyle bir güruhtan medet ummak aymazlıktır.

İkna edilmesi gereken kitle, 70 milyon insan değil; 5 bin terörist, 5 bin kan içicidir…

… …

Şimdi sakın ola ki, biri çıkıp; “Sen o zaman çözüm istemiyorsun, sen analar ağlasın istiyorsun…” gibi dangıl dangıl dangalakça bir laf etmesin bana. Çok sinirleniyorum çünkü. Ve de bu tür çıkışları, kim dillendirirse dillendirsin, son derece ahmakça ve salakça buluyorum.

“Bu sorun çözülmesin, böyle kalsın, oluk oluk kan aksın…” diyen bir insan olur mu, olabilir mi?

Manyak mıyız, sapık mıyız biz, elezer miyiz?

Bu ülkede,  “anaların gözyaşı hiç dinmesin” diyen elezer sayısı, yok denecek kadar azdır. Olanların da kimler olduğu, malumdur.

Neyse, şimdi geçelim bunları, konumuz bu değil…

*   *   *

Gerek rahmetli babamın, gerekse benim aktif bankacılık günlerimizde; bu ülkenin dört bir yanını, gezme, görme ve tanıma fırsatını buldum.

Doğu Anadolu’yu da iyi bilirim, Güneydoğu Anadolu’yu da…

Zengin, yoksul; şehirli, köylü; dinli, dinsiz; okumuş, cahil; hayalperest, gerçekçi… pek çok Kürt tanıdım…

Üniversite yaşamımda pek çok Kürt arkadaşım, pek çok Kürt dostum oldu, halen de görüşürüm çoğuyla.

Bu insanların, zamana yaydıkları hayallerini, düşlerini, beklentilerini iyi bilirim…

Hep söyler, hep yazarım; bu coğrafya nevi şahsına münhasır bir coğrafyadır. Ne Amerika Kıtasına benzer, ne Afrika’ya… Ne İskandinav Yarımadasına benzer, ne İber Yarımadasına… Ne Fransa’ya benzer, ne İspanya’ya…

… …

Bu coğrafyada, kandırılması, ikna edilmesi, koşullandırılması, kullanılması çok kolay insanlar yaşar.

Bu coğrafyada, atalarının kim olduğunu bilmeyen; bıkmadan usanmadan (Türkler dışında) bir ataya yamanmanın arayışları içersinde olan; hiç devlet olmamış, hiç devlet kuramamış; asırlar boyunca, bir devlet kurmanın hayaliyle yanıp tutuşan halklar vardır.

Amerika’nın, Rusya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın eli kolu, bu coğrafya üzerinden hiç eksik olmaz.

Bu ülkeler, yöre halklarını sürekli kışkırtmayı; onlara hayali tarihsel geçmişler yaratmayı; onların yapay dilleri için onlara özgün(!) sözlükler hazırlamayı; onlar için pembe gelecek senaryoları üretmeyi… kendilerine görev edinmişlerdir!

Bu güçler, bu coğrafya devletlerinin kabul görmüş sınırlarıyla, diledikleri gibi oynar; kendi kendilerine bu devletler için yeni sınırlar, yeni haritalar çizer, bunları kendi dergilerinde ve sanal ortamlarda yayımlayarak, bu zavallıların gelecek hayallerini canlı tutmaya çaba sarf ederler…

Bu coğrafya üzerinde, asırlardır, “vaat edilmiş topraklar” mavalları konuşulup, tartışılır. Birilerince bunların hayalleri kurulur, kurdurulur. Bu hayallerin gerçekleşmesi için, “ulus kimlikler” gizlenerek, sahte etnik kimlikler üzerinden oyunlar tezgâhlanır.

Bu coğrafyada at iziyle, it izi birbirine karışmıştır. Kimin saf Kürt, kimin saf Ermeni, kimin saf Arap, kimin saf Rum, kimin saf Türk olduğunu (ya da olmadığını) bilemezsiniz.

*    *   *

Buradan, şuraya gelmek istiyorum.

“Analar ağlamasın” edebiyatıyla,  bu işlere sazanca atlayanların, bütün bunları iyi bilmesi lazımdır.

Eyalet ve federasyon sistemlerinin her türü, bu ülkenin bölünüp, parçalanması demektir.

Televizyonda bazı yandaş yalakaların, “lan bu hıyar mı da, pat diye bölünsün…” gibi gayri ciddi, sorumsuz söylemlerini duyuyor, kahroluyorum.

Bu tür söylemler, sorumsuz ve cahilce dillendirilen söylemlerdir.

Doğru;  “pat” diye bölünmez, “fiili bölünme”, bugün yarın gerçekleşmez.

Niye gerçekleşmez?

Gerçekleşmez çünkü bu günden bölünme, ayrılıkçı güçlerin de işine gelmez. Onlar da bilirler ki, palazlanmadan, yeterli donanıma sahip olmadan, gerekli altyapıyı oluşturmadan gerçekleştirilen bölünme, kendilerini kurda kuşa yem yapar.

*    *    *

Akıllı olmak, akılcı düşünmek, ileriyi görmek, tarihsel olaylardan ders çıkarmak durumundayız.

Sağımız, solumuz ve tarihimiz bu tür örneklerle dolu.

Elbet herkes, dilediği kimliğe bürünmek, benimsediği o kimliğini öne çıkarmak, ana dilini kullanmak, geliştirmek hakkına sahiptir.

Mahkemelerde, kendini, resmi dille savunacak kadar birikimi olmayan kişinin, kendini, ana diliyle savunmak istemesi kadar doğal bir şey olamaz, elbette…

Ancak, “Efendim ben, eğitim ve öğretimimi de ana dilimle yapmak istiyorum…”  gibi talepleri, iyi niyetli ve masum talepler olarak görmek, mümkün değildir.

Bu tür talepler, yukarıda sözünü etmeye çalıştığım, uzun vadedeki hayalleri gerçekleştirmek için, alt yapı oluşturma talepleridir ki; ülkeyi bu aymazlığa düşürenleri, bu ulus affetmez.

 

 

Yazarın Notu: Tarihe not düşmek için yazıyorum.

 Her şey o kadar düzeysiz, o kadar özensiz yapılıyor ki; bunun en güzel örneklerinden biri, PKK’nın sınır dışına çekilmesi olayıdır.

PKK’nın, tamamının sınır dışına çekileceğini söyleyenler, ya üç maymunu oynuyorlar ya da çok safdiller…

Yazın bunu siz de aklınızın bir köşesine, “Haboğlu dediydi” dersiniz..

PKK,  asla ve asla sınır dışına çekilmeyecek. Başka bir anlatımla, göstermelik olarak çekilecek. Göstermelik olarak çekilecekler de tam militarize olamayanlardan olacak. Diğerleri, günü ve yeri geldiğinde tekrar silaha sarılmak üzere, halkın arasına karışıp, izini kaybettirecek.

Yani askeri deyimle, arazi olacaklar…