BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Pertevniyal Lisesi’nden sınıf ve sıra arkadaşım Levent Baykal 1970’li yılların başlarında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde, daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi’ne bağlandı, Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun atölyesine misafir öğrenci olarak devam etmişti. Ben de Bedri Rahmi gibi bir hocayı anlatmasını istedim. Levent ilk derste yaşadıklarını anlattı.

Atölyeye giren Bedri Rahmi “Çıkarın kâğıt kalemleri” diye konuşunca öğrenciler şaşırırsalar da kâğıt kalemleri hazır ederler. Bedri Rahmi bir şiiri ağır ağır okumaya başlar.

Gel dersin gelir at / Güzel olursa avrat / Hayırlı olursa evlat / Düğünü nideceksin / Düğün senin evinde / Gir eğlen çık eğlen.

Gel dersin gelmez at / Çirkin olursa avrat / Hayırsız olursa evlat / Ölüyü nideceksin / Ölü senin evinde / Gir ağla çık ağla.

Bu şiiri rahmetli Levent’ten dinlemiş çok sevmiştim. Ama bana yazdırması hayli vakit aldı. Rakı içmeden olmaz, demişti. Neyse o ödevi yaptık da şiiri yazabildim. Benim gibi ezber sıkıntısı olan biri için hâlâ ezberimdedir.

BEHÇET NECATİGİL

Mimar Abdullah Çürüklü ile Antalya’da tanıştım. Emekli mimar. Zevk için suluboya resimler çiziyor. Her zaman yüz yüze görüşemesek de telefonla sohbet ediyoruz. Laf lafı nerden açtıysa konu üniversitedeki ilk derslere geldi. Okulda ilk gün ve ilk ders Behçet Necatigil’in edebiyat dersi imiş. O ilk dersin hikâyesini yazmasını istedim. O da fakiri kırmadı ve yazdı. Sözü Abdullah Bey’e bırakıyorum.

“Adını yeni duymuştum. Kimden duydum hatırımda değil. Ama duydum.

Sivas Erkek Sanat Enstitüsü, ağaç işleri bölümünde okudum. Hem arkadaşlarımı hem öğretmenlerimi hele hele ağaçla haşır neşir olmayı çok sevdim. Hayalimde ne para pul ne başka bir şey vardı. Tek hayalim YILDIZ'a girmekti. O yıllarda ismi Yıldız Teknik Okulu idi.

Önce Sivas'ta eleme imtihanını kazandım, sonra da İstanbul'da teknik resim ve matematik imtihanlarını kazandım. Nasıl sevindim, nasıl şişindim bilemezsiniz. Alaaddin'in sihirli lambasından çıkan cin, yanımda cüce kalır...

Gündüz mimarlık bölümüne kaydımı yaptırdım. Artık Yıldız Teknik öğrencisiydim.

Pazartesi okul açılıyordu. Gelmeyen pazartesi... Mümkün değil pazartesinin gelmesi.

Vah, pazartesi geldi, hani gelmezdi...

İlk ders; edebiyat. Ne alaka? Mimarlığın edebiyatla ne işi olur/olurmuş ki... varmış demek ki, koymuşlar.

Ufak tefek bir adam geldi. Tanıyanlar olmalı ki ayağa kalktılar, kalktık. Kulağımıza değil içimizde bir yerlerle konuşan adam lütfen oturun dedi.

Oturduk.

Ben Behçet Necatigil, her hafta bu saatlerde sohbet edeceğiz. Bir arkadaşınız şu deftere isim soy isim ve numaralarınızı yazar mı, rica etsem...

Ne diyor bu adam, öğretmen rica eder mi, hasta mı acaba?

Biz çoğunlukla Anadolu'nun çeşitli yerlerinden gelmiş gençler (unutmuşum söylemeyi; %60 sanat enstitüsü, %40 da lise mezunu kontenjanı vardı Yıldız Teknik Okulu'nun) farklı çevrelerin farklı kültürlerini taşıyorduk. Öğretmenlerimizin bize, bizim öğretmenlerimize ısınmamız zor oluyordu haliyle.

Behçet Necatigil ile iki saate ısındık.

İkinci dersin ortalarında arkadaşımız not defterini öğretmenimize takdim etti.

Evet beyler, şimdi ismini soy ismini okuyacağım arkadaşım ayağa kalkabilirse görüşmüş oluruz. Bir de not olarak ne istiyorsa söyleyebilir mi lütfen, deftere yazacağım da. Sınıf geçme notunuz bu söylediğiniz olacak.

Anlamadım. Anlamadık. Zaten sessiz olan sınıfımız, mezarlık sessizliğine gömüldü. Nefes almaya çekinir olduk, gürültü olur diye...

Yediden yukarı pek isteyen olmadı sanırım. Utana sıkıla, hafif bir sessizlik ile beş altı diyebildik.

Sınıf geçme notumuzu kendimiz verdikten sonra imdadımıza teneffüs zili yetişti.

Sınıf olarak bir kâbusu atlattık.

Sınıf olarak bir taahhüdün altına girmiş olduk.

Dört yıllık mimarlık eğitimimizde, tam tekmil olduğumuz yalnızca BEHÇET NECATİGİL öğretmenimizin pazartesi günkü ders saati idi.

Biz öğretmen gördük. Dilerim, tüm öğrenciler öğretmen görürler.

Huzurunuzda her zaman ceketimi ilikler esas duruşta dururum öğretmenim, öğretmenlerim.

Mekânınız nur ile dolsun, ruhunuz şad olsun, yattığınız yer sizi incitmesin sevgili öğretmenim BEHÇET NECATİGİL…”

Öğretmen-öğrenci ilişkisinde en önemli boyut öğrencinin öğretmenini sevmesidir. O sevgi denen kesintisiz enerji kaynağı bir kez kanalını buldu mu her şey çok güzel olur.