Zordur bizim gibi amatör yazarların işi…

Hele de Çorum gibi, Alanya gibi herkesin birbirini (şahsen olmasa bile en azından ismen) tanıdığı, herkesin birbirine kolayca ulaşabildiği yörelerde yazıyorsanız; işiniz tümden zordur.

Arsızlığın, yüzsüzlüğün, hukuksuzluğun, iş bilmezliğin ve de mesleki ahlaksızlığının doruk yaptığı; kimsenin, “yoğurdum ekşi” demediği ve de dedirtmediği bu günlerde; yazsanız bir türlü, yazmasanız bir türlüdür.

Yazarsanız; bir de üslubunuz benim gibiyse, tepki alırsınız.

Sevimsiz olursunuz…

Birilerini huzursuz eder, rahatsız edersiniz…

O birilerinden, dozu giderek artan densiz tepkiler ve tehditler almaya başlarsınız…

Gazetelerinizi sıkıntıya sokar, yakın çevrenizi üzer, yok yere yakınlarınızla, dostlarınızla dalaşırsınız…

*   *   *

Bütün bunlardan yılıp; “Alın lan atınızı, öperim sizin tımarınızı! ” edasıyla yazmayı bırakıp, köşenize çekilirseniz; yine tepki görürsünüz.

Bu kez de başka birileri tarafından, “toplumsal yükümlülüklerinizi yerine getirmekten kaçmakla…” suçlanırsınız.

Onların, bitmek tükenmek bilmeyen “sen yanmasan / ben yanmasam…”  ya da “namuslular,  namussuzlar kadar cesur olmazsa…” türü dolduruşlarına, gazlarına maruz kalırsınız.

İkna amaçlı geleniniz gideniniz eksik olmaz, telefonlarınız susmaz, olur olmaz her yerde sorguya çekilirsiniz…

“Lütfen yaz…” türü, ısrar bombardımanlarına tutulursunuz…

*   *   *

Bir tarihte Rahmetli Müşfik Kenter’i izlemiştim, İstanbul’da…

Kendine özgü diksiyonuyla, Orhan Veli’nin şiirlerini okumuş; ardından da gözyaşları içinde, Can Yücel’in aşağıdaki şiiri ile bağlamıştı o müthiş dinletisini.

… …

“…Üzülüyorsun; ‘takma’ diyorlar.” diye başlamış, bir süre susmuş, gözlerini bir süre izleyicilerin üzerine gezdirdikten sonra, devam etmişti…

“Kızıyorsun; ‘değmez’ diyorlar. 

Boş veriyorsun; ‘gamsız’ diyorlar. 

Susuyorsun; ‘iki çift laf et’ diyorlar. 

Konuşuyorsun; ‘muhatap olma’ diyorlar. 

Çekip gidiyorsun; ‘mücadele et’ diyorlar. 

Alttan alıyorsun; ‘tepene çıkardın’ diyorlar. 

Bağırıyorsun; ‘sakin ol’ diyorlar. 

Aklı başında davranıyorsun; ‘bu kadar da uslu olunmaz ki” diyorlar. 

Dikine gidiyorsun; ‘yaşına başına, kariyerine hiç yakışmadı…’ diyorlar. 

Ölünce ne diyecekler? 

Muhtemelen; 'Ölüm sana yakışmadı.'

Normal tabii… Dirimizi beğenmediler ki ölümüzü beğensinler!

Arsızlara, yüzsüzlere, kul hakkı yiyenlere hep takoz olduk çünkü…”

*   *   *

Benim ve benim gibi yazarların durumu da Can Ustanın şiirindeki gibi(dir).

Yazsanız öyle derler, yazmazsanız böyle derler…

Bizim gibilere öyle de rahat yoktur, böyle de…

O ki, her iki durumda da rahat yok; umarsız, yazmaya devam edeceğiz. .

Nitekim ediyoruz da…

Ediyoruz da ne oluyor.

Sevimsiz oluyoruz.

Huzursuz oluyoruz.

Huzur bozuyoruz.

Can sıkıyor, canımızı sıkıyoruz.

Haksızlığı, hukuksuzluğu ve hasbelkader bulundukları mevkileri kendilerine hak olarak gören malum çevreler yine, “Adam haklı… Yoğurdum gerçekten de ekşi” demeden, karşı saldırıya geçecek…

Yine hiç kimse, yanlış yaptığını kabul etmeyecek…

Yine hiç kimse, “Adam yazdıklarında haklı… Ben (ya da biz) şu eylemlerimizle, üretime (ya da bilime ya da yurt kalkınmasına) hiçbir katkıda bulunmuyoruz… Bulunmadığımız gibi bilimin, fennin önünü tıkıyoruz…” demeyecek.

Rantiyeciler ve çıkar çevreleri yine “zeytinyağı moduyla”, su üstüne çıkacak; bana ve gazetelerime baskı yapacak…

Olsun…

Biz yazmaya devam edeceğiz…

Nasıl olsa, öyle de rahat yok, böyle de…

Aşağıdaki dizeleri de böyle bir ruh haliyle yazdım.

Beni anlatan en gerçekçi dizeler olduğunu düşünüyorum.

… …

Şu cam kırığı gibi sözcükler var ya;

Pek bi severler beni…

Silme doludur ağzım bunlarla

Sussam acıtırlar canımı, konuşsam kanatırlar ağzımı

Şu deve dikeni gibi sözcükler var ya;

Pek bi severler kalemimi

Ben yazmamak için direnirim amma

Onlar ne yapar eder kafaya alırlar kalemimi…

Sevenlerimin yazma böyle dediği sözcükler var ya;

Pek bir severler kalemimi ve klavyemi

Kalemim de klavyem de dinlemez beni

Siz beni değil, kalemimi, klavyemi ikna edin