Sizlere, bu günkü kuşaklarda pek kalmayan ama eski insanların kendilerinde bulunmasıyla övündüğü, insan gibi her insanda bulunması gereken, oysa artık çoklarının unuttuğu, toplum yaşamı ve insanlar için çok önemli olan bazı özelliklerden bahsedeceğim.

AİLE TERBİYESİ: Aile en küçük şekliyle anne, baba ve çocuklardan oluşur. Aile terbiyesi anne ve babadan alınsa da asıl mihenk taşı anadır.
Doğduğumuz günden itibaren gerekli terbiyeyi asıl anadan öğreniriz. Aile, aşağıda sayacağımız ve insanlarda bulunması icap eden vasıfların da başlangıcı ve mayasıdır. ( “Anasına bak kızını al” atasözü bunu pek güzel ifade etmektedir.)

ADAP: Görgü demektir. Yine ilk önce ne görürsek ne öğrenirsek ailemizden öğreniriz. En çok yan yana bulunduğumuz ve en çok sevdiğimiz anamızdır. Karşılıklı bu sevgi ve ailemizde gördüklerimiz bizim okul çağına kadarki tek eğitimimiz ve eğitim yerimizdir. Ailemizde öğrendiklerimiz okulla birlikte öğrendiklerimizin anasını teşkil eder.

EDEP: Söz ve davranışta uyulması gerekli genel kural. Topluluklarda, insan yaşamında çok önemlidir. Edebin olmadığı yerde toplumun düzeni bozulur. Edepsiz insan, insanlar tarafından sevilmez ve sayılmaz. Toplumun kurallarına uymayanlara halk arasında edepsiz denilir ki, bu söze maruz kalmak çok kötüdür. İyi insanlara nezih insanlara ne kadar terbiyeli, edepli demez miyiz?

HAYÂ: Utanma duygusu. Utanç. Utanma sıkılma. Ar veya haya perdesi. Atalarımız utanacak bir iş yapana ve bunda ısrar edene ar damarı yırtılmış derler. Bu günkü gençlikten bazılarının orta yaşlı ve de yaşlı insanları rahatsız edici hareketleri ayıp ve utandırıcı boyutlardadır. El ele, kol kola sokaklarda dolaşmayı hoş karşılayabiliriz. Ama sokak ortasında, insanların içinde ve de dedesi, annesi, babası yaşındaki insanların önünde onları hiçe sayarak öpüşmeleri, saatlerce sevişmeleri hayasızlıktan başka bir şey değildir. Pastaneye veya umumi bir yere bir üniversite öğrencisi karşı cinsten bir arkadaşıyla gidebilir. Bu çok ölçülü olmak kaydıyla hoş görülebilir. Ama bağlarda, parklarda sanki yatak odasındaymış gibi hareketler, davranışlar yapmak ve bunu da genç erkeklerden çok genç kızların yaptığını görmek, duymak insanlarda oluşan ahlak çöküntüsünden olsa gerek.

Yüksek tahsil yapmış hatta lisede okuyan kızların erkek arkadaşı yoksa eskiden evde kalmış kızlara yapıldığı gibi küçümsendiğini görüyoruz. Bu gençlere bu duyguyu aşılayan aile, okul ve onun terbiye edenleri değil mi? Çocuk ve genç fotoğraf makinesi gibidir. Ne görürse onu çeker.
Çocuklarını gurbete gönderen anne ve babalar dişlerinden artırıp çocuğum okusun diye bunca fedakârlığa katlanırken, az da olsa bunları yapan gençlerden bazılarının başına ne felaketler geliyor? Bu yapılanlardan sonra da evlenmesi icap eden bu gençlerin çoğu yaşadıkları bu maceralardan sonra başkasıyla evlenemiyor. Bunun sonucunda da gizli saklı çevrilen oyunlarla ve bazı dolapların arkasında kurulan bu evliliklerden tabii ki mutluluk gelmiyor. Sonunda da boşanmalar ve kavgalar geliyor. Görücü usulü ile yapılan evlilikler (sözlü ve nişanlı iken ölçülü, adaba uygun görüşerek) daha saygı ve sevgi dolu olarak yürüyor.
Sizlere geçenlerde bir dostumun anlattığı ve benim de bu yazıyı yazmama vesile olan bir konuşmayı aktarıyorum:
Harun Reşit’in Hanımı Zübeyde Hâtun dünyanın bütün güzelliklerini taşıyan bir hanımdır. Bu Hanım. Bağdat’tan Medine’ye su getirtiyor. Kanallar oldukça derin ve geniş. Hesabını yapıyor, 1 deve yükü defter tutuyor. Tahmini 2 bin Km. Rüyasında bundan bir suale, ahiret hayatında bir muameleye tabi tutulmadığını belirtiyor. Tabii ki su gibi aziz bir şey olamaz. Hele ki bunun çöle getirilmesi. Yalnız, “Bir gece çadırımda yatıyordum üzerimin açık olduğunu zannederek hâyıf içerisinde Allah korkusuyla sıçradım. Ne olduysa o gece oldu. Cenabı hak beni mükâfatlandırdı” diyordu. İşte hayâ bu olsa gerek. (14.02.2005)
Sevgi ve saygılarımla.