Yarın sandık başına giderek, Türkiye’nin yoluna “Parlamenter Demokratik Sistem”le mi devam edeceği, yoksa “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen yeni bir yönetim sistemine mi geçeceği konusunda karar vereceğiz.

ÇORUM HABER olarak, referandumla ilgili propaganda sürecinde, habercilik açısından aktif bir tarafsızlık politikası izledik. Her görüşü, bize ulaştığı ölçüde yansıtmaya çalıştık. Elbette, Çorum’un huzurunu ve kardeşliğini, demokratik olgunluk içinde halk iradesine saygıyı ve sağduyuyu her şeyin önünde tutarak…

Köşe yazarlarının kişisel görüşlerini ve oylarının rengini ortaya koymaları ise, hiç kuşkusuz demokratik hakları.

Referandumun, ülkemize barış ve esenlik getirmesi en büyük dileğimiz.

*

Referandum sürecinde ekonomik gelişmelerin ikinci plana bırakıldığı da bir gerçek.

Kamu kesimi de, iş dünyası da, “hele bir referandum geçsin” anlayışı içinde oldu.

Ama, gazetelerin ekonomi sayfalarını yakından izleyenler, referandumdan ne sonuç çıkarsa çıksın, Türkiye’nin artık tam anlamıyla ekonomiye odaklanması gerektiği görüşünde birleşiyor.

Tabii, ülkenin ekonomisi, dış politikasından bağımsız olmadığı için, dış ilişkilerde de Türkiye’nin yararını her şeyin önünde tutan, akılcı bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu bir gerçek. Dışarıdan gelen her eleştiriyi “düşmanca” bir tavır veya “haçlı zihniyeti” diye elimizin tersiyle itmememiz bunun başında geliyor. En azından, aynı çevrelerin düne kadar hep olumlu bir yaklaşım gösterdiklerini hatırlamamız ve -varsa- kendi yanlışlarımız üzerinde titizlikle durmamız kaçınılmaz bir zorunluluk.

Örneğin, Financial Times, Türk iş dünyasının nabzını tutarak, OHAL devam ederse ekonominin düzelmesinin zor olacağı yorumunu yapmış.

Reuters’ın haberinde ise, Türkiye’nin yetişmiş beyinlerinin, bilinen deyişle beyaz yakalılarının, yurt dışına kaçmak için fırsat aradıkları belirtiliyor.

“Batı Türkiye’nin büyümesini istemiyor”, ya da “Bizi kıskandıkları için olumsuz haberler üretiyorlar” şeklinde yaklaşırsak, hiçbir sorunumuzu gerçekçi biçimde değerlendirme basiretini gösteremeyiz.

Böyle de olabilir, ama biz önce işaret edilen sorunları masaya yatırmayı ve aklın, bilimin, dünya gerçeklerinin rehberliğinde irdelemeyi bilelim.

*

Bundan 89 yıl önce, 10 Nisan 1928 tarihinde anayasada yapılan değişiklikle “laiklik” yolunda ilk adım atılmıştı.

Laiklik denilince, bize kabaca “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” diye anlatılmıştı.

Laikliğin, inanç özgürlüğünün güvencesi ve çağdaş uygarlık anlayışının en temel unsuru olduğunu zamanla öğrendik.

İnsan haklarının ve bunun bir parçası olarak kadın hak ve özgürlüklerinin, eşitliğin; yine kadının, toplumun onurlu bir bireyi olarak hak ettiği saygınlığa kavuşmasının da, laiklik ilkesinden geçtiğini zaman içinde algıladık.

Bu bakımdan, laiklik, kadının da en büyük güvencesi.

Barışın da olmazsa olmazı…

Dolayısıyla, laiklik ilkesine kadınların herkesten daha fazla sahip çıkması gerektiğini düşünüyoruz.

Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti, hepimiz için yaşamsal önemde.

Bunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.