Atatürkçü Düşünce Derneği Çorum Şube Başkanı Uğur Demirer, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti oldukça zor şartlarda kurduğunu belirterek, bu büyük eseri ve emaneti sonsuza kadar yaşatmanın kararlılığı içerisinde olduklarını açıkladı.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 102. Yılı nedeniyle bir açıklama yapan Uğur Demirer, “Atatürkçü Düşünce Derneği olarak Kemalizm'in namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuz semalarına asarak milletimizle birlikte Yeniden Atatürk Cumhuriyeti'ne ulaşacağız, söz veriyoruz” ifadesini kullandı.
ADD Şube Başkanı Uğur Demirer’in açıklaması şu şekilde:
“Mondros Mütarekesi ile 30 Ekim 1918’de fiili ömrünü tamamlayan Osmanlı İmparatorluğu enkazı üzerinde, Mustafa Kemal Paşa ve Kuvayı Milliye kahramanlarının; 600 yıl boyunca cahil bırakılmış, 400 yıl boyunca "etrak-ı bi idrak" denilerek aşağılanmış, 300 yıl boyunca yenilgi savaşlarıyla kırılmış, yoksullaştırılmış ve nihayet 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması ile esaret ve zillete mahkum edilmiş Türk Ulusu' nu ayağa kaldırıp azim ve kararını harekete geçirerek yoktan var ettikleri dünyanın en haklı, en ahlaklı, en namuslu devletidir Türkiye Cumhuriyeti.
Cumhuriyetin yoktan var edildiği elbette gerçektir, ama var edenlerin elinde neredeyse hiçbir olanak olmadığı da bir diğer gerçektir.
30 Ekim 1923 sabahı bir mektup aldı İsmet Paşa. Mektupta Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa kendisini başbakan aramayı düşündüğünü bildiriyor ve memleketin hal-i pür-melalini anlatıyordu...
Hepsi İstanbul'da sadece 4 fabrika kalmıştı Osmanlı'dan; Feshane Yün, Bakırköy Bez, Beykoz Deri ve Hereke İpek. Hepsi buydu.
Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus' da vardı, o da 'var' denebilirse. Zira koca memleketin toplam elektrik üretimi ancak 50 kilovatsaat kadardı.
40 bin köy vardı, 37 bininde okul yoktu. Erkeklerin sadece yüzde 7'si, kadınlarınsa ancak binde 4'ü okuyup yazabiliyordu.
Kadın insandan da, nüfustan da sayılmıyor, kız çocuğa evlat değil, başlık parası karşılığı satılacak mal gözüyle bakılıyordu.
12 milyon nüfusun yarısı salgın hastalıkların pençesinde inler, sıtma, frengi, trahom, verem, tifo, kolera, tifüs kol gezerken ne aşı vardı elde ne ilaç. Bebek ölüm oranı binde 400'ün üzerindeydi. Doğan her iki bebekten biri 1 yaşına gelmeden ölüyordu. Ortalama yaşam süresi 40 yıldı. Büyük çoğunluğu İstanbul ve İzmir'de olmak üzere sadece 337 doktor, 60 eczacı, 4 hemşire, 136 da ebe vardı. Diş hekimi ise hiç yoktu, o işi berberler ve nalbantlar yapıyordu.
Tarımsal üretim felçti. Ne traktör vardı ne biçerdöver, ne gübre, ne tarım ilacı. Şeker üretilemiyor, ayçiçeği bilinmiyor, ekmeklik un bile ithal ediliyordu.
Yurdun her yeri yıllar süren savaşlar, işgaller, isyanlar nedeniyle yangın yeri gibiydi. 40 bin köyün 30 bininde cami yoktu. 115 bin bina tamamen yıkılmıştı. 12 bin bina ağır hasarlıydı. Binden fazla köy kül olmuştu. Derhal imar etmek gerekiyordu, ama kişi başına ulusal gelir sadece 45 dolar, ödenmesi gereken Osmanlı'dan kalmış Düyun-u Umumiye borcunun bugünkü karşılığı da 470 milyar dolardı. Sermaye de yoktu, teknik eleman da araç gereç de deneyimli iş gücü de...
Dört mevsim kullanılabilen karayolu yoktu. Demiryollarının, limanların, madenlerin tamamı yabancıların eşindeydi. Tuzumuz bile bizim değildi.
12 milyon insan farklı zamanlarda, farklı mevsimlerde, farklı saatlerde yaşıyordu. Kimi alaturka, kimi mevali, kimi gurubi, kimi ezani saat, kimi hicri, kimi rumi takvim kullanıyordu. Dirhem, okka, çeki ile alışveriş yapılıyor, arşın, kulaç, fersah ile ölçülüyordu. Ne gramdan, tondan haberi vardı toplumun, ne metreden, kilometreden...
Sanatla da hiç aramız yoktu. Müze nedir, bilmiyorduk. Arkeolojinin adını bile duymadığımızdan tarihi eserlerimiz talan edilmişti.
Sadece 4 bin 894 ilkokul, 172 ortaokul, 23 lise vardı ve liselerde okuyan toplam kız öğrenci sayısı 230'du. İstanbul'daki Darülfünun ‘un ise, bilimsel eğitimle uzak yakın hiçbir ilgisi yoktu. Ülkemizin toplam öğrenci sayısı nüfusumuzun ancak %3'ü kadar, 360 bin civarındaydı.
Anadolu kitapla, kütüphane ile tanışmamıştı. Cumhuriyete kadar toplam baskı sayısı ancak 27 bin kadar olan sadece 23 kitap yayımlanabilmişti. "İstanbul'da bir yılda yazılanlar Paris'te bir günde yazılanlardan daha azdır." diyen Voltaire haklıydı.
Bu içler acısı durumun yaratıcıları Batı emperyalizminin acımasız sömürü düzeninden ve işbirlikçi Saray rejiminin "Tek Adam" despotizminden kurtulmak, bir an önce muasır medeniyet seviyesini aşma hedefine yönelmek, bunun için de Millî Mücadele döneminde olduğu gibi yine bütün yokluk ve yoksunlukları aşmak gerekiyordu. Mustafa Kemal Atatürk'ün ve Kemalist Devrim kadrolarının varlık nedenleri, boyun borçlarıydı bu.
Emperyal sömürü düzeninin çarkını da kırdılar, Saray'ı da tepelediler, Hilafeti de kaldırdılar. Eğitim birliğini ve laik bilimsel eğitimi gerçekleştirip, üniversite reformunu hayata geçirip, tekke ve zaviyeleri kapatıp, bütün tarikatları yasaklayarak cehaletle savaşı da kazandılar. Halkı kitap, kütüphane ve müze ile de buluşturdular. Viran olmuş memleketi imar da ettiler. Demiryollarını, limanları, madenleri de devletleştirdiler. Misyoner okullarını da kapattılar. Aşı ve ilaç üretip salgın hastalıkları da bitirdiler. Borçları da ödediler. "Her fabrika bir kaledir" şiarıyla 46 fabrika kurup Türkiye'yi uçak üreten bir sanayi ülkesi ve "köylü milletin efendisidir" anlayışıyla kendini doyuran 7 dünya ülkesinden biri yapmayı da başardılar... Devleti hep namusla, liyakatle, akıl ve bilimle yöneterek az zamanda çok ve büyük işler yaptılar. Hırsıza, yolsuza, talancıya, dolandırıcıya, şeriatçıya gericiye göz açtırmadılar. Emperyalizme uşaklık etmeye, nüfuz ticareti yapmaya, millet malına çökmeye kalkan soysuzlara dünyayı dar ettiler, ocaklarını söndürdüler. "Milletvekili sadece milletvekilliği yapar, iş takipçisinden, komisyoncudan, din istismarcısı yobazdan milletvekili olmaz" dediler. Böyle oldu "Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesi", böyle yaratıldı Cumhuriyet Mucizesi ve o nedenle tükenmez Türk Milleti'nin Atatürk Sevgisi...
Kurtarıcı ve kurucu önderini maalesef çok erken kaybetti Türkiye. 10 Kasım 1938'in hemen ardından gelen 2. Dünya Savaşı yıkımının etkisiyle 1950'den itibaren işbaşına gelen ve halen devam eden sağ iktidarlar döneminde Atatürk'ün akıl ve bilim yolu ile başarısı kanıtlı Kemalist Devlet anlayışı terk edildi. Aydınlanma Devrimleri görmezden gelindi. Laik, bilimsel, kamusal ve ücretsiz eğitim yozlaştırıldı, eğitim birliği berhava edildi, tarikatlara ve imamlara teslim edilen okullar tekkeye, zaviyeye döndürüldü. Toplumcu kamucu sağlık sistemi ticarileştirildi, hastaneler ticarethane, hastalar müşteri oldu, yerli ve milli aşı ve ilaç üretimi sıfırlandı. Üretim ekonomisinden vazgeçildi, 126 ülkeden tarım ürünü ithal edilmek zorunda kalındı. Yargı Bağımsızlığı, Hukukun Üstünlüğü ve Kuvvetler Ayrılığı ilkeleri yok sayıldı. Geçici sığınmacı kılıklı ne idükleri belli milyonlarla demografik yapımız tarumar edildi. Demokrasi tramvay bellendi. Orduya siyaset sokuldu. Devlet "Şahsım Devleti" ne dönüştürüldü. Millet fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşürüldü... Geldik bugüne!
"İşte bu ahval ve şerait içinde dahi" vazifemizin bilincindeyiz. Atatürkçü Düşünce Derneği olarak Kemalizm'in namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuz semalarına asarak milletimizle birlikte Yeniden Atatürk Cumhuriyeti'ne ulaşacağız, söz veriyoruz.
Cumhuriyetimizin 102. yaşı kutlu olsun.”





