Taarruzun mihenk noktası, savunmanın sağlam temellere oturtulmasıdır. Eğer siz savunmayı görmezden gelerek taarruza geçerseniz, düşman ordusu cephe gerisine kolayca sarkacak ve sizi kuşatacaktır. Bu gerçeklik, savaş sanatının değişmez kuralıdır.

O zaman  "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır…" diyen Mustafa Kemal Atatürk’ten öğrenmeye devam edelim…

Kütahya-Eskişehir muharebelerinden sonra Ordunun 100 km geride, Sakarya’nın Doğusuna çekilme emri…

1’inci ve 2’inci İnönü Savaşlarında Yunanlılar kuvvetlerinin tamamını kullanmadan harekâta girişmişler ve büyük kuvvet üstünlüklerine rağmen başarılı olamamışlardır. Kütahya-Eskişehir muharebelerinde ise bu hatalarını tekrarlamamışlardır. Bursa ve Uşak bölgelerindeki kuvvetlerini aynı zamanda kullanarak başarı şanslarını artırmışlardır.

Savaşın aleyhimize geliştiği sırada, 18 Temmuz 1921 günü Atatürk, İsmet Paşanın Karacahisar’da bulunan karargâhına giderek durumu incelemiş ve şu emri vermiştir. “Orduyu, Eskişehir’in Kuzey ve Güney’inde topladıktan sonra, düşman ordusuyla aramıza büyük bir açıklık bırakmak gerekir ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya’nın doğusuna kadar çekilmek yerindedir.” Atatürk bu emrini şu önemli gerekçe ile tamamlamıştır.

“Askerliğin gereğini kararsızlığa düşmeden uygulayalım. Başka türden sakıncalara karşı koyabiliriz.”

Atatürk bu emirle ilgili bilgi verirken Yunanlılara karşı bu devrede uygulanan stratejiyi de açıklamaktadır. “Uygun hareketler yaparak durdurup etkisiz bırakmak ve yeni orduyu kurmak için zaman kazanmak şeklinde özetleyebilirim.”

Büyük bir geri çekilme, zor ve tarihî bir karardır.

Karardaki güçlük;

a) bu kadar büyük bir geri çekilmenin askerî gereklerini TBMM’ye anlatabilme zorluğundan -TBMM’deki görüşmeler askerî başarılara bağlı olarak sertleşmekte veya yumuşamaktadır-,

b) direnişin ve savaşın asıl kaynağı olan millette yaratacağı düş kırıklığından,

c) Yunanlılara ve diğer yabancılara güç ve umut verilmesinden,

d) TBMM Hükümetinin dış ülkelerle müzakere gücünün zayıflamış olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, bir yurt parçasının düşmana bırakılmasının maddî etkileri de olacaktır.

Bütün bu olumsuz yönlerine karşılık, Atatürk askerî zorunlulukla bu kararı almak durumunda kalmış ve askerî şartları Türk ordusu yararına düzeltmiştir.

Bu kararla savaş, Türk kuvvetleri için zor olan Yunanlılar için uygun olan bir ortamdan Türk kuvvetleri için daha uygun Yunanlılar için daha zor olan bir ortama intikal ettirilmiştir.

Türk kuvvetleri düşmanın gelişen taarruzlarının tehdidinden kurtarılmış, Sakarya’nın Doğu’sunda yeniden tertiplenmesi sağlanmış ve savunma güçlendirilmiştir. Bir nehrin gerisinde, aynı zamanda Eskişehir-Kütahya bölgesine nazaran savunmaya daha elverişli bir arazi seçilmiştir. Yunanlılar ise menzillerini uzatmışlar, ulaştırma şartları zor bir araziden ilerlemek, ikmal yapmak durumunda bırakılmışlardır. Yunanlılar için önemli bir kayıp da taarruz tertiplerini yenilemek, değiştirmek mecburiyetini duymaları, Sakarya’daki taarruz için öncekinden farklı bir taarruz düzenine geçmek mecburiyetinde kalmalarıdır.

Kütahya-Eskişehir muharebelerinden sonra Türk birlikleri, Sakarya nehri gerisine çekilinceye kadar taciz harekâtına dahi maruz kalmamışlardır. Bu çekilme ile Kütahya-Eskişehir muharebelerindeki Yunan taarruzu kesin bir sonuca ulaşmadan, Yunanlılar için taktik düzeyde bir başarı olarak kalmıştır.

Atatürk “Tedbir düşünürken acı da olsa gerçekleri görmekten bir an bile uzak kalmamalıdır” der. Bağımsızlık Savaşı sırasında önemli olan husus, sonucu sağlayacak olan ordunun korunması ve geliştirilmesidir. Bu askerî gereğe uyarak Atatürk, toprak terk etmiş, fakat aynı toprakları ve diğer toprakları geri almak için gerekli olan ordusunu korumuştur.

“Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz.”

Kütahya-Eskişehir muharebelerinden sonra kuvvetlerini 100 km geriye, Sakarya doğusuna çekmekle Atatürk, düşmanı kendi istediği yerde, kendi istediği şartlarda muharebeye mecbur etmiştir. Gerçekte askerî harekât yönetiminde çok önemli bir güç olan ve sahip olana büyük imkânlar sağlayan “inisiyatif, taarruz eden tarafın elindedir”. Kuvvetlerin Sakarya Doğusuna çekilmesi Yunanlıların inisiyatiften yararlanmasını çok büyük ölçüde sınırlamış, bir ölçüde de olsa savunmada olmalarına rağmen Türk kuvvetlerinin iradesine bağlı kalmışlardır.

Sakarya nehri Doğusunda uygulanan askerî harekât savunma, mevzi savunmasıdır. Bu tür harekâtta önemli olan savunma arazisini, hatta ilk savunma hattını korumaktır. Atatürk bu sert savunma ilkesini bir ölçüde yumuşatmış, fakat aynı zamanda bu tür askerî harekâttan beklenen amacı koruyan bir ilke geliştirerek uygulamıştır.

“Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğü ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektiği teorisini çürütmek için memleket savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum. Dedim ki hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz”

Atatürk mevzi savunmasının ön cephesini (AMH) mutlaka elde bulundurmak yerine her karış toprağı savunmayı, savunmasının bir hatta değil, karış karış derinlikte yapılmasını istemiştir. Bu, değişik ve daha akılcı bir mevzi savunmasıdır. Belirlenen ilke meydan muharebesi süresince başarıyla uygulanmıştır.

Bugünün zırhlı ve motorize birlikleri ve uçar birlikleri, savunmanın, aynı ilkeye bağlı kalarak fakat mevcut hareket gücü imkânlarından en çok yararlanacak bir uygulama içerisinde yönetilmesini düşündürmektedir. Şüphesiz, savunma sathının hudutları ve derinliği hareket gücü ile orantılı olarak büyüyecektir.

Kütahya Eskişehir muharebelerinde zor şartlar doğunca geri çekilme yapılmıştır. Atatürk, Sakarya’da verdiği yeni emirle, her zor şartta geri çekilinmeyeceğini, Sakarya Doğusunda kesin sonuçlu muharebenin kabul edileceğini açıklamış, hükümet merkezinin Kayseri’ye götürülmesi tartışmalarının yarattığı etkiyi silmeyi amaçlamış ve başarmıştır.

Kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi, Türk ve dünya tarihinde önemli bir yer işgal eder.

Batılılar, Türkleri başlangıçta kendileri için bir tehdit olarak, daha sonra genişlemelerine ve yayılmalarına bir engel olarak görmüşlerdir. Türk gücü bertaraf edilmeden Doğuda hâkimiyet gerçekleştirilemeyecektir.

Bunun için Türkleri önce Avrupa’dan, sonra Anadolu’dan atmak gerekiyordu.

Viyana’dan dönüşün durdurulduğu yer Sakarya’dır. Sakarya Meydan Muharebesi yalnız Türk tarihinin değil, dünya tarihinin de büyük bir dönüş, büyük bir doruk noktasıdır.

Birinci Paylaşım Savaşı’nın mağrur galipleri, bu galibiyetlerinden dört yıl sonra, asırlardır görmedikleri yenilgiyi Sakarya’da tatmışlardır.

Sakarya Meydan Muharebesi Türk milleti geliştikçe, ilerledikçe, Doğunun mazlum milletleri kurtuldukça büyüyecektir.

“Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri”

26 Ağustos 1922’de başlayan Afyon-Dumlupınar taarruzu, 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesi ile kesin sonuca ulaştırılmış ve meydan muharebesinden kurtulabilen Yunan birlikleri hızla çekilmeye başlamışlardır.

Başkumandanlık Meydan Muharebesinden sonra dağınık olarak çekilen birliklerin derlenip toparlanmasına ve herhangi bir hatta tutunmasına engel olmak, Yunan birliklerinin Akhisar-Salihli-Ödemiş hattında veya İzmir yakınlarında savunma tedbiri alma ihtimalini kırmak gerekmiştir. Ayrıca Doğu Trakya’da bulunan üç Yunan tümeni Anadolu’ya getirilmeden sonuç alınmalıdır. Yunanlıların müttefiki olan Batılıların ateşkes zorlamalarını bertaraf etmek ve onların da karşı tedbir almasına imkân vermeden Misakı Millî sınırlarının gerçekleştirileceği ortamın yaratılması için gizliliğe ve sürate önem verilmesi hayati önemdedir.

Bu nedenle Atatürk, o gün için en uzak noktayı hedef göstermiştir. “Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri verileceğini nazarı dikkate alarak ilerlemelerini ve herkesin akıl kuvvetini ve yurtseverlik kaynaklarını kullanarak yarışmaya devam etmelerini isterim. Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”

Baskın ilkesi, karşı tarafın tedbir almasına fırsat vermeden sonucu sağlayacak noktaya gelmeyi gerektirir. Yunanlılar Trakya’daki üç tümenlerinin bir kısmını ancak adalara getirebilmişler, Batılıların ateşkes teklifi Başbakan Rauf Bey tarafından Atatürk’e bildirildiği zaman askerî harekât Atatürk’ün “ihtiyaç kalmadı “ cevabını verebileceği gelişmeye ulaşmıştır.

15 Mayıs 1919’da düzenli kuvvetlerin direnişi olmadan Anadolu’ya çıkan Yunanlıların 18 Temmuz 1921’e kadar (Kütahya-Eskişehir muharebelerinin sonu) 26 ayda kat ettikleri mesafeyi Türk Ordusu, Yunan savunma cephesine taarruza başladıktan sonra, bir meydan muharebesini de sonuçlandırarak 14 günde kat etmiştir.

Bağımsızlık Savaşını sonuçlandıran bu hareketle, Üçüncü Dünyada antiemperyalist kurtuluş savaşları dönemi başlamıştır. Böylece Bağımsızlık Savaşımız, millî tarihimizi aşarak evrenselleşmiş, Üçüncü Dünyanın doğuşuna öncülük etmiş, örnek olmuştur.

(Kaynak: “Atatürk’ün Cephelerde Verdiği Dört Emir”, Suat İlhan, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 9, Cilt III, Temmuz 1987)

Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’dan başlayan Bağımsız Savaşı süresince milleti örgütleyip, düzenli orduyu kurana kadar “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri” emrini neden vermemiştir acaba?

Uzun sözün kısası savunma ve taarruz birbirinden ayrılması mümkün olmayan kavramlardır. Yazımızın başlığında ifade etmeye çalıştığımız gibi çift yumurta ikizleridir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, öğrenmesini bilen herkesin başöğretmenidir. “ARTIK SAVUNMA DEĞİL TAARUZ ZAMANI” (!) diyen anlayışı tarihçiler hak ettiği sıfatlarla kayıt düşeceklerdir.