Dünkü yazımla ilgili olarak, bir vekilimiz aradı.
Sitem etti.
“Bizim durumumuz özel…” dedi. “Biz hiçbir ülkeye benzemeyiz;
bizi, Avrupa’yla ve de diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslayamazsınız..” dedi.
“Neden?” dedim.
Bir süre sustu, sonra “Kültürel farklılıklarımız, sosyal
gerçeklerimiz var.” dedi. Ardından ekledi, “Ben günde kaç seçmenimi
ağırlıyorum, biliyor musun?”
Tek bir kelime söyledim.
“Ağırlama” dedim.
Karşıdan yanıt gelmeyince de devam ettim. “Bu millet sizi,
seçmen ağırlayın diye değil; bu ülkeyi; ‘Artık seçmen ağırlamayacak düzeye
getirin. O, sosyal gerçek dediğiniz şeyi, sosyal gerçek olmaktan çıkarın
artık…’ diye, Ankara’ya gönderdi…” dedim.
Telefon yüzüme kapandı.
* * *
7.5.2010 tarihinde yayımlanan, “Dünyanın en kıyak işi” adlı
köşe yazımda da verdiğim; milletvekili maaşları ve sosyal haklarını gösterir
ülkeler listesini, dünkü yazımda güncelleyerek tekrar vermek zorunda kaldım.
İstedim ki; görün, bilin, düşünün, kıyaslayın…
Hep söylediğim, hep yazdığımız bir şey var; bizim
toplumumuzun eğitim düzeyi, 3,5 öğretim yılı.
Biz her bir şeyimizi, bu kültürümüzle belirliyor, bu
kültürümüzle şekillendiriyoruz.
Bu kültürel yapımızı bilen birileri de bu durumumuzdan çok
iyi yararlanıyor.
Önce bu makus talihimizi yenmek durumundayız.
Kim öncülük yapacak buna?
Elbette siyasetçiler yapacak.
Gelişmiş hangi ülkenin milletvekili, seçmeniyle birlikte,
hastane hastane, doktor doktor dolaşıyor? Hangi gelişmiş ülkenin milletvekili,
yasama çalışmalarını savsaklayıp, seçmenine yemek yedirme lüksünü kendinde
bulabiliyor?
Yedirme kardeşim.
Ardına düşme seçmeninin.
Yık artık bu tür feodal ilişkileri.
İlle de ardına mutlaka düşme zorunluluğun varsa eğer; her
seferinde elini cebine atma. Alıştırma seçmeni(!) buna.
Kendini, sadece ve sadece meclis çalışmalarına ver. Yörenin
özel sorunlarını değil, genel sorunlarını meclise taşı. Özel sorunlara değil;
ülkenin genel sorunlarına yoğunlaş.
Seçmen, gelip bu halini görünce; senden, ottan çöpten şeyler
isteyemesin… Senin çalışma tempondan utansın, seni meşgul etmesin, edemesin…
* * *
Sabah, televizyon izlerken, bir milletvekili (eski
vekillerden biri de olabilir); “Bu işin bir de emeklilik dönemi var.
Vekillerimiz, emeklilik günlerini de düşünmek durumunda… Sen vekili, ücret
olarak tatmin etmezsen, o da başka arayışlar içersine girer, örneğin iş
takipçiliğine başlar…” dedi.
Utandım.
Bilmediğim, duymadığım bir konu değildi ama yine de utandım.
Böyle bir şey olabilir mi?
Her çalışan, her bürokrat için kaçınılmaz bir sondur,
emeklilik.
Biz de görev yaptık, günü geldi, ayrıldık.
Kim ilelebet görevinde kalabilmiş ki?
O zaman tüm çalışanlar, görev başındayken, dünyalık
düşünsün, dünyalık peşine düşsün, bunun için planlar, bunun için programlar yapsın.
Böyle bir mantık olabilir mi?
Böyle bir mantık olsa da; böyle bir işin uygulanabilirliği
olabilir mi?
Milyonlarca çalışanı var bu ülkenin…
Bu milyonlarca çalışanın her biri, sizler gibi; “Aldığım
ücret yetmiyor, kaldı ki bu işin bir de emeklilik sonrası var… Elimde olanak
varken, ben de sayın vekillerimiz gibi bir arayış içersine gireyim…” diye,
ortaya dökülürse, vay halimize…
Nitekim de dökülenleri, görüyor, yaşıyor, işitiyoruz…
* * *
Yanlış anlaşılmasın; ben sayın vekillerin, vekil
emeklilerinin, vekil danışmanlarının, meclis görevlilerinin doyurucu ücret
almalarının karşısında değilim.
Gönlüm ister ki, sayın vekillerimiz, şu an aldıklarının ya
da alacaklarının iki katını, üç katını, beş katını alsınlar.
Ama… hak diye, adalet diye, mantık diye, insaf diye de bir
ölçüt var.
Niye sadece siz?
Herkes alsın. Herkes doysun, herkes (hiç değilse asgaride)
tatmin olsun.
Tamam… Siz yine fazlasını alın.
Alın da; biraz da sizi oraya taşıyanların durumunu düşünün…
2011 Aralık ayına göre, bu ülkede 4 kişilik bir ailenin
açlık sınırı, 940,39TL; yoksulluk sınırı 3.063.17 TL.
Ve bu ülkede milyonlarca 4 kişilik, 5 kişilik (hatta çok
daha nüfuslu) aileler, 900.-TL aylıkla geçinmek durumunda.
Nasıl olacak bu?
İşte önce bunu, düşüneceksiniz, onun için seçildiniz çünkü…