1936 yılında ben üçüncü sınıfta idim. O yıllarda bulaşıcı hastalıklar yaygın ve en çok da çocuklarda ölümcül oluyordu. ‘Trahom’ denen göz hastalığı da bunlardan birisidir. Okullarda trahom taraması yapıldı.  Bulaşıcı diye hasta olanlarla olmayanları ayırdılar.  Hasta olanların tedavisi sürdürülürken, olmayanlar da Gazipaşa, Tanyeri İlkokulu’na gönderildi. Bizim ev Tanyeri İlkokulu’na yakın olduğu için beni de Tanyeri’ne gönderdiler.

Tek katlı güzel bir binası vardı okulumuzun. Başöğretmen Şevket Soyocak’tı. Babacan, çocukları çok seven bir insandı. O yaşlandığı zaman ben doktor olmuştum. Prostat Kanseri ii. Ona babam gibi hürmetle, saygıyla mesleğimle yardım etmişimdir. Öğretmenlerden Mümtaz Gürkan, Kadir Bey, Emine Mergen’i iyi hatırlıyorum. Atıf Eralp, Hüseyin Cücenoğlu’nu ben doktor olduktan sonra tedavi ettiğim için iyi hatırlıyorum. İkisi de çok güzel yüzlü, bize göre komik insanlardı. İkisini de çok severdik. Hüseyin Cücenoğlu bana muayeneye geldiği zaman bile esprili konuşurdu. Onun konuşma tarzına, mimiklerine gülmekten duramazdım. Onun da hoşuna giderdi benim gülüşüm. Rahatsızlığını anlatırken bile yüzündeki ifadelere gülerdim. Yüz mimikleri çok değişik gelirdi bana. Yüzüne bakınca gülmemek elde değildi. Ben sevgi ve saygı ile gülerken, o da memnun olarak, yine komik bir tavırla “Niye gülüyorsun doktorcuğum?” der, beraber gülerdik.

Atıf Eralp ile hastalığı nedeniyle sık sık görüşürdük.

Ben dördüncü, beşinci sınıfta iken bu ikili, diğer öğretmen arkadaşları ile üç dört ayda bir tiyatro temsilcileri verirdi. Atıf Hoca’yı komedi piyeslerinde başrolde görürdük hep. Ve onu çok sevdik; piyeslerini dört gözle beklerdik.

Şimdi Ziraat Bankasının hemen arkasında Çorum’un elektriğini sağlayan motorhane vardı. Motorhane akşam çalışmaya başlar, iki üç saat çalıştırılır, sonra çalıştırılmazdı. Motorhanenin arkasında Pamukhan isminde büyükcek bir kahvehane vardı. Burada her yıl Karagöz oynatılırdı. Dayım beni buraya sık sık götürürdü; eğlenir, çok gülerdik.

Saat kulesi o yıllarda da şehrin merkezi idi. İmzasını eski rakamlarla yedi ve sekiz yazarak attığı içindir ki, Yedi Sekiz Hasan Paşa lakabıyla anılan Çorumlu bu paşa yaptırmıştır. Padişah tarafından çok sevilen ve takdir edilen, itibarlı bir paşaydı Hasan Paşa.

“Çorumlu hemşehrilerim benden bir şey istesin yaptırayım” diye haber gönderince o zamanın ekabir takımı da “Bir saat kulesi yaptırsın. Namaz vakitlerimizi bilelim, yetir” demişler diye anlatırlardı saat kulesinin yapılış hikayesini.

Saat kulesinin taban etrafında tuzcu dükkanlarının olduğunu, alanında da buğday pazarının olduğunu hatırlıyorum.

Velipaşa Hanı hanken, sonra otobüs iniş biniş yeri olarak kullanıldı. Buradaki otobüs yazıhanesine rakip bir başka otobüsyazıhanesi de hanın yanındaydı. Çocukluğumun otobüsleri şimdikinin yarı büyüklüğündeydi. Bir de daha küçükleri vardı ki, bunlara da “kaptı kaçtı” denirdi. Ben bugünkü araçların olmadığı zamanlarda, doğduğumdan altı yedi aylıkken Samsun’da çalışan babamın yanına annem ve dayımla beraber yaylı at arabası ile yolda hanlarda konaklayarak gitmişim. Şimdiki gezginliğim çocukluğumdan benliğime nakşedildi herhalde.

Velipaşa Hanın önündeki fırına “Mamasın Fırın” derlerdi. Çorum’da özellikle yerli halk, tandırlarda yufka ekmek yapardı. Ancak başka illerden gelen memur takımı fırın ekmeği alırdı. Bu ndenle fırın sayısı azdı. Bizler çok nadir günlerde, nar gibi kızarmış fırın ekmeği alır, pasta niyetine yerdik. Yufkanın içine de düren oldu dersem yalan olmaz. Gerçeği söylemek gerekirse o ekmekler lezzetli, kendisine has nefis kokusu ile pastadan daha güzeldi.

(SÜRECEK)