“27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü” nedeniyle geçmişten günümüze kadar bu önemli görevi üstlenerek tiyatro yapan, tiyatroya emek veren, tüm sanatçı ve emekçileri saygı ve sevgiyle anarken bu yazımda Atatürk ile ilgili iki farklı anı anlatmak istiyorum.

Atatürk döneminde profesyonel tiyatro çalışmalarının merkezi olan Dârülbedâyi’nin başına Muhsin Ertuğrul getirilir. 1931 yılında Dârülbedâyi’nin adı İstanbul Şehir Ti­yatroları olarak değiştirilir. Muhsin Ertuğrul ile birlikte tiyatro alanında büyük gelişmeler yaşanır. Bilindiği gibi, Afife Jale'den sonra Ata­türk'ün isteğiyle Bedia Muvahhit de ilk kez İzmir'de sahneye çıkar.

1923 yılında Ahmet Refet Muvahhit, yeni evlendiği Bedia Muvahhit'i de yanına alarak arkadaşları ile birlikte bir turneye çıkarlar. “Ceza Kanunu” isimli piyesi sahneleyeceklerdir ve turnenin ilk gösterisi de İzmir’de olacaktır.

Ahmet Refet Muvahhit ve bir grup arkadaşı o sıralarda İzmir’de bulunan Atatürk’ü tiyatroya davet etmek için giderler. Atatürk gelenleri misafir eder ve oyunda oynayan oyuncuların isimlerini öğrendikten sonra bir “Türk Kızı” yok mu? Diye sorar. Onlar da yok efendim diye cevap verirler. Daha önceden Jale takma ismiyle Afife hanımın provalara katıldığını ancak Müslüman olması nedeniyle Polis baskınına uğradıklarını ve sahneye çıkmasına izin verilmediğini anlatırlar.

Bunun üzerine Atatürk, Ahmet Refet Muvahhit’e dönerek ya senin karın niye oynamıyor? der. O da efendim yapamaz diye cevap verir. Bunun üzerine Atatürk, Muvahhit’e, ben O’nun oynayabileceğine eminim. O’nu “Ateşten Gömlek” filminde seyrettim, muvaffak oldu. Bu gece O oynasın ben gelip seyredeceğim diye konuşur.

Atatürk’ün yanından ayrılan Muvahhit ve arkadaşları hemen Bedia hanıma olanları anlatırlar ve Bedia Hanım bir gün içerisinde piyesteki rolünü ezberleyerek sahneye çıkar. Böylece 31 Temmuz 1923'te Kordon Palas Sineması'nda sahnelenen 'Ceza Kanunu'nun 'Sacide' rolünü Bedia Muvahhit oynar.

Oyunun bitiminden sonra Atatürk, sahneye giderek Bedia Muvahhit'e "Evladım çok teşekkür ederim, benim isteğimi yaptın. Fakat bu böyle kalmayacak bütün İzmir’in etrafındaki şehirlerde de bu oyunu oynayacaksınız diyerek ilk Türk Kadınının sahneye çıkmasını sağlar. Bu olaydan sonra artık Türk kadın oyuncular da sahnelerdeki yerlerini alacaklardır.

Atatürk ve Tiyatro ile ilgili diğer bir anıyı da Ali Poyrazoğlu’ndan aktaralım. Gerçi bu anı Kanal D televizyonunda Abbas Güçlü’nün programında Ali Poyrazoğlu tarafından anlatıldı ama Dünya Tiyatrolar Günü nedeniyle Ali Poyrazoğlu’nun anlatımını biz de aynen aktaralım.

Bizim bestecilerimizden, operetlerimizi bestelemiş, opera bestelemiş çok önemli, O dönemin en önemli bestecisi, batı kalıbında müzik çok sesli müziği Türk halkına tanıtmak için çok uğraşan bir adam Muhlis Sabahattin.

Muhlis Sabahattin Kumpanyası ile Anadolu’ya turneye çıkıyor. İşler iyi gitmiyor. Kar yağıyor. Eskişehir’de bir otelde rehin kalıyorlar. 1925 yılı kar her yeri kapatmış. Kedi-köpek bile yok sokakta, kimse çıkamıyor. Bunlar otelde rehinler. Muhlis Sabahattin, batılı tarzda, hatta fazla batılı, frak, silindir şapka, pelerin öyle dolaşıyor. Mucize bekliyor. Yıl 1925 ve beklenen mucize gerçekleşiyor. Atatürk şapka devrimini yapmış Anadolu’yu trenle dolaşıyor. Muhlis Sabahattin de duyuyor ki, “Atatürk geliyor”. Bu olmuş bir olay. Celal Sururi anlattı bana. O kumpanyada tenor. Celal Sururi en eski yetiştiğimiz, orada olayın içinde olmuş adam.

Muhlis Sabahattin Frağı çekiyor, Eskişehir tren istasyonuna gidiyor. Bütün resmi zevat dizilmiş. Böyle fraklı, silindir şapkalı bir adam, karlı bir günde girince istasyona, o resmi zevat bir adım geriye çekiliyorlar. “Amerikan elçisi geldi” diyorlar.

Muhlis Sabahattin kortejin önüne geçiyor, tren geliyor, Mustafa Kemal camı indiriyor, “Beyler bu şapkadır” diyor. El sıkarak, aşağıya iniyor. Muhlis Sabahattin’le karşı karşıya kalıyor.

Arkadaşlar tanıyor. Atatürk:
“-Hayrola Muhlis” diyor ve Muhlis Sabahattin sağa bakıyor, sola bakıyor;
“-Yolsuzum Kemal, otelde rehiniz beş lira düş” diyor. Atatürk elini cebine atıyor, beş lirası yok, iki lira çıkıyor. Atatürk:
“-İki lira var Muhlis” diyor. Muhlis:
“-5 lira lazım Kemal, bul” diyor.
“-Nereden bulayım” diyor. Bul diyor

Mustafa Kemal, dönüyor yanındaki ordu komutanına:
“-Paşa sizde para var mı” diyor.
“-Bir lira var, Paşam” diyor. Atatürk:
“-Ver onu bana” diyor, alıyor:
“-Üç lira oldu Muhlis” diyor. Sabahattin:
“-Beş lira lazım Kemal” diyor.“ Bul”.
“_Nereden bulacağım?” Muhlis diyor:
“-Koskoca Cumhuriyet kurdun, iki lira daha bulamıyor musun? Bul” diyor. Bunun üzerine dönüyor Atatürk, emir subayından bir lira alıyor, validen bir lira alıyor, beş lirayı tamamlıyor. Muhlis Sabahattin’e veriyor:
“-Hayırlı turneler, arkadaşlara selamlar; beyler bu şapka” deyip yoluna devam ediyor. “Yıl 1925”

Ali Poyrazoğlu anlatımına devam ediyor: Orada şöyle bir saptama yapmak zorunda olduğumu hissediyorum. Sanata, kültüre farklı açılardan da yaklaşıldığı için bu gün, ülkenin kendisiyle ve birbiriyle barışması, sanata yaklaşılan tavırdan dolayı her yere yansıdığı için ben de diyorum ki, yani yaşam biçimlerimize, Cumhuriyete yakışır, yaşam biçimlerimize laik, uygar, demokrat yaşam biçimimize sahip çıkmak zorundayız.

Atatürk demiş ki: “Sanatsız kalmış bir ulusun hayat damarlarından birisi kopmuş demektir” yani, diyor ki “beyler bu Cumhuriyet dediğiniz çatıyı belirli temeller üzerine oturttum, onlardan en önemlisi kültürdür, sanattır, bu direklerden birisi kırılır aşağıya devrilirse, çatı tepenize çöker, haberiniz olsun” diyor.

Sanat derken sadece yazmadan, çizmeden, tiyatrodan, sinemadan, operadan baleden, bahsetmiyor. Sanatların en zorundan çağa yakışır, modern, uygar yaşama sanatından söz ediyor. Yaşam sanatlarınız tehlikeye girerse, iş çığırından çıkar” diyor. Onun arkasından da diyorum ki, kimin ne olduğunu anlamak o kadar da zor değil.

Bankaya gidiyorsun, parayı çıkarıyorsun, veriyorsun, tezgâhtakiler alıyorlar, ışığa doğru tutuyorlar, bakıyorlar para kalp mı (sahte) değil mi, diye. Para kalpsa onun içinde Atatürk resmi yok, basamıyorlar onu kalpazanlar. Bakıyorlar Atatürk var mı? Yok mu? Atatürk resmi yoksa para kalp (sahte), bozuk.

Bazı adamların da ne mal olduğunu anlamak için alıp şöyle kaldırıp bir ışığa tutacaksın, içinden Atatürk geçiyor mu? Geçmiyor mu?