Sayın Başbakan’ın, AKP İl Başkanlarına karşı yaptığı konuşmayı, ağzım bir karış açık dinledim, kulaklarıma inanamadım.

O an Sayın Başbakanın, giderek unuttuğumuz geçmişini ve geçmişte söylediklerini anımsadım.

Ne diyordu Sayın Başbakan, İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemlerde?

“Demokrasi benim için bir araçtır, tramvaydır; gideceğim yere gelince inerim...”

Sayın Başbakanı dinlerken, galiba gideceği yere ulaştı, tramvaydan inme hazırlığı yapıyor diye düşündüm.

Açık söyleyeyim, ürperdim… 

Hani bir tarihte, “Gerekirse, davam için papaz elbisesi bile giyerim…” demişti ya; bir an için onu, o kürsüde papaz elbiseleri içinde görür gibi oldum.

Sayın Başbakan resmen; bu ülkenin yurtsever insanları yokluk içersinde kurtuluş mücadelesi verirken; ülkemizi istila eden dış güçlerle işbirliği yapan vatan hainlerine sahip çıktı. Adını vermeden Atatürk’e ve Cumhuriyet’e saldırdı.

İnanır mısınız, arkasındaki Atatürk’ün resmi, Samsun’da olduğu gibi, ne zaman üzerine devrilecek diye bekledim durdum. (Anımsar mısınız bilmem, çiçeği burnunda Başbakan iken, yine böyle bir hitabeti anında,  Atatürk’ün panosu üzerine devrilmişti. O resmi hâlâ saklarım.)

Şaka bir yana,  Sayın Başbakanı izlerken gerçekten korktum. Kendim için değil, çocuklarım, torunlarım için korktum.

Böyle bir olay, Türk tarihinde ilk kez oluyordu çünkü.

*     *     *

Neyse…

Dersim konusunu ben de çok araştırdım. Bu konuda da azımsanamayacak bir bilgi birikimim var.

Ancak Sayın Başbakanın sorumsuz ve acımasızca dillendirdiği konular, bana biraz yabancı geldi.

Başbakanın verdiği bilgiler doğru olabilir mi, diye düşündüm.

Olabilir, doğrudur.

Peki, yaşanan ya da yaşatılan o acılar tasvip edilir mi?

Elbet de edilemez. Adam gibi adam olup da bu acılardan etkilenmemek mümkün mü?

Bunları iç dünyalarımızda, asırlardır yaşayagelen bir toplumun çocuklarıyız.

Yıllardır içimiz yanıyor, yüreğimiz kanıyor.

Artık unutmak istiyoruz bu acıları, kanatmak çözüm değil ki?

*     *     *

İçinde yurtseverliğin kırıntısını taşıyan bir insan (yüreğindeki kinin dozu ne olursa olsun)  kabuk bağlamış bir yarayı, tüm dünyanın gözü önünde tekrar kanatmaya çalışmaz, çalışamaz

Hele de o insan, o ülkenin en sorumlu olunması gereken bir koltuğunda oturuyorsa; o ülkenin Başbakanıysa; değil bunları dillendirmek, bunları aklının ucundan bile geçiremez. Geçirmemelidir.

Ya Sayın Başbakan ne yaptı?

İçindeki kini daha fazla tutamadı, tramvayın durmasını bile beklemeden kustu.

Şimdi bu işler burada kalacak mı?

Birileri de çıkacak, başka kabuk bağlamış yaraları kanatmaya çalışacak.

Diyecek ki Sayın Başbakana, “Sen niye 74 yıl öncesine gidiyorsun ki? Daha çok yakın zamanda senin zihniyetin, Sivas’ta Madımak Oteli’nde bu insanları diri diri yakmadı mı?

Çorum ya da Kahramanmaraş’ta yaşatılan olayların failleri, senin zihniyetinin, geçmişinin uzantıları değil mi?

Şimdi hoş şeyler mi bunların yıllar sonra dillendirilmesi?

Kaldı ki dillendirdin de ne oldu, rahatladı mı Türkiye?

Enflasyon düştü, terör durdu mu? İnsanların refah durumu mu yükseldi? Birlik, dirlik mi sağlandı? Ne oldu?

*     *     *

Sadece ve sadece yeni bir hesaplaşmanın çığırı açıldı.

Bu hesaplaşma yurt içinde kalsa yine iyi?

Şimdi Ermeniler çıkıp, “İşte gördünüz; Türklerin bizzat Başbakanları kendi ağzıyla söyledi. İşte bunlar bu denli barbar insanlardır. Bizi de böyle asıp kestiler…” demez mi?

Böyle sorumsuzluk olur mu?

SÜRECEK