Günümüzün iki baskın konusu olmuştur; dünyayı sarsan koronavirüs salgını ve de gündeme gelen cezaevi affı ya da koronavirüs affı…

Ülkemizde zaten bir af düşünülüyordu. Yıllardır kamuoyunun nabzı da ölçülüyordu. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül de “Uzun süredir zaten üzerinde çalışılıyordu” dedi.

Çünkü cezaevleri, kapasitesinin üzerinde mahkûm ve tutukluyla dolmuştu.

Resmi bilgilere göre, bugün toplam 355 cezaevinin kapasitesi 235 bin kişiliktir. Ama 257 bin hükümlü, 43 bin tutuklu olmak üzere toplam 300 bin kişi yatmaktadır. Elbette böyle bir ortamda çıkabilecek bir salgınının, sağlık müdahalesi ile bile önlenemeyeceği, kitlesel bir felaketi doğurabileceği kuşkusuzdur.

Yani bugün bir af gerekir mi? Gerekir…

Çünkü cezaevleri, koronavirüsün tehdit ettiği en önemli yerlerden biridir.

Ve de cezaevinde yatanlar, bugün en önemli risk gruplarından biridir.

Nitekim bütün dünya ülkelerinde gündeme gelmiş, bazı ülkelerde de uygulanmıştır.

* * *

Ancak:

-Af, kamu vicdanını yaralarsa...

-Af, güvenin sarsıldığı yargıya, daha da sarsıldığı bir görüntü verirse...

Affın toplum hayatı için hiç bir katkısı olamaz. Ancak suç işlemenin önü açılmış olur.

Ve de bir diğer bakışla; devlet, kendine karşı işlenen suçu affedebilir, ama şahsa işlenen suçlarda vicdanlar sarsılmamalıdır.

Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da Ekim 2018’de Üsküdar-Çekmeköy metro hattının açılışında, “Bizler uyuşturucuları affeden bir iktidar olarak mı anılacağız?” demişti. Ardından da “Devlete karşı işlenen suçları devlet affeder, ama şahıslara karşı işlenen suçları devletin af yetkisi yoktur. Bu böyle bilinsin” demişti.

Ama bugün af, mademki bir ihtiyaç olmuştur ve de zorunludur; o halde kadın cinayetlerinin arttığı, taciz ve tecavüz olaylarının sıradan olaylara dönüştüğü günümüzde, af kapsamına alınacak suç seçiminde, yükselen tepkiler gözetilmelidir.

Bugün cezaevinde yatanların suç türüne göre sayıları uyuşturucudan 65 bin, hırsızlıktan 45 bin, terörden 37 bin, cinayetten 34 bin, yağma ve gasptan 27 bin, organize suçtan 4 bin ve diğer suçlardan 88 bindir. (Bunun da 20 bin küsuru cinsel suçlardır.)

Yani bugünün verileriyle 300 bin mahkûm ve tutuklu vardır.

Ve gündemdeki affın kapsamı tam netleşmemiş de olsa, en az 100 bin kişiyi ya da daha fazlasını kapsayacağı basında dillendirilmiştir.

* * *

Elbette zaman ve mekâna göre af gerekli olmaktadır. Ancak aşağıdaki sorulara da bir cevap verilmesi gerekir.

Çünkü cezaevleri, yalnız cezanın çekildiği bir yer değildir. Suçlunun olumlu bir bireye dönüştürülmesinin de sağlandığı, yani eğitildiği bir kurumdur.

Ve de özellikle böyle olmak zorundadır.

Aksi durumda suçlu, suç işlemeye teşvik edilmiş olacaktır. Nitekim her af sonu böyle örneklerle doludur.

İşte bu nedenle sormak gerekir…

-Türkiye’de suç işlemenin, suç işlenen ortamın sosyolojik bir analizi yapılmış mıdır?

-Özellikle suç işlemenin sosyolojik nedenleri sorgulanmış mıdır?

Ki, bu mahkûmların önemli bir kısmı “kader mahkûmları” diye anılır. Bunlar, genelde bir suçu işlemek zorunda kalmış mahkûmlardır.

-Ve de çıkarılan afların topluma ve af edilene bir katkısı olmuş mudur?

Eğer bunlar yapılmış ise suç işlemeyi önleyebilecek sosyal projeler üretilmiş midir?

* * *

Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar 8 genel, 5 kısmi olmak üzere vergi afları hariç toplam 13 af çıkarılmıştır.

Yani bugüne kadar, cumhuriyet tarihi boyunca cezaevleri 8 kez genel afla, 5 kez kısmi afla neredeyse yarı yarıya boşaltılmıştır.

Çünkü af çıkarmanın alt yapısında, hukukun hata yapabildiği kuşkusu vardır.

Çünkü af çıkarmanın alt yapısında, toplumsal nedenlerin kişiyi suça yönelttiği gibi bir bilinçaltı yargı vardır.

Suçları siyasi suçlar yani düşünce suçları, adi suçlar ve terör suçları olarak üç ana grupta toplayabiliriz.

İşte ülkemizde af konusu gündeme gelince genel olarak adi suçlar akla getirilir. Bunun içinde uyuşturucu, hırsızlık, cinayet, yağma, gasp, cinsel suçlar, kadın cinayetleri, organize suçlar gibi bütün suçlar vardır.

Ve de bugün gündemdeki af, salgın nedeniyle kuşkusuz bir ihtiyaç olmuştur.

Ancak düşüncenin silahtan tehlikeli görüldüğü, tutukluluğun mahkûmiyete dönüştüğü ülkemizde, mağdur ailelerde yeni bir yürek yarasının açıldığı aflarla, acaba toplumsal bir barış sağlanmış olabilir mi?

Özellikle ciddi ciddi düşünülmesi ve de geçmişe doğru bir sorgulanması gerekir.