İnsan doğayla iç içe yaşayınca kayayla, ağaçla, tarla ve orman kuşlarıyla sohbet de geliştiriyor, doğadaki canlılarla bütünleşiyor, huzur buluyor. Bazen tarla kuşları yolda yürürken sizi izler, uzun süre uzaktan gözler, oyun oynar gibi. Köye olabildiğince sık gitmeye çalışırım. Orada bulduğum rahatı, sükûneti, huzuru kentte bulmak olanaksız. Kentlere bu kadar yığılmanın olumsuz etkileri de beraberinde getirdiği artık gözle görülür, elle tutulur hale geldi. Kentlerin sokakları şöyle dursun, parkları dahi gürültü içinde! Parkta çocuk sesi duymak çok hoşuma gider, geleceğimizi izlemek keyif verir, mutluluk duyarız. Çocuk sesinin geldiği her alan sevginin, insan olmanın da geliştiği alanlardır. Ellerimizde büyüyen, omuzlarımızdan inmeyen torunlara bizlerin sevgisi akar, onlar da insan sevgisiyle büyür.

NİŞAN KAYASI 3

Her yolu tıkayan kaya kolay kalkmıyor yerinden. Gerçi, altmış yılık varlığı daha önce de kim bilir kaç asırlık varlığı, bizimle bir bağ da oluşturmuştur, gözümüz alışmıştır ‘nişan kayasına’. Ancak yuvarlanıp düştüğü yolun ortasında da kalamazdı bizim koca nişan kayamız. Bu anlattıklarım 60 yıl öncesinin öyküsü, günümüzde ne kağnı kaldı, ne bağbozumunda üzüm toplamak için kağnıya sabitlediğimiz şinevit. Hemen hemen herkesin evinin önünde birer traktör var. Aslında, birkaç köylü birleşip güçlü bir traktör edinse ve kendi tarlalarının sürüm, ekim işlerini kendileri ortaklaşa yapsa, birkaç traktöre gerek kalmaz, maliyet daha da düşer. Ama ‘bak onun da evinin önünde traktör var’ denmesi kendilerine bir varsıllık payesi çıkarıyor, kanımca. Bizimki gibi 100 – 120 dönümlük, bölüne bölüne iyice küçülen arazi parçalarının işleri için traktör çok gerekli değil. Arazi en az 300 dönüm olmalı ki traktör almaya değsin. Hem bu arazi bölünmelerine de bir son verilmeli. Eldeki arazi aile bireylerinden isteyen birine bırakılmalı, o da araziden elde edilenleri masraflar çıktıktan sonra eşit olarak dağıtmalı. Böyle olmazsa, aile bireyleri arasında belli aralıklarla dönerli olarak işletilmeli.

Bazı insanlar da bizim bağların başındaki nişan kayası gibidir; geldikleri, çöktükleri veya oturdukları yerden kalkmak bilmezler. Oturdukları yer ya bir siyasal partinin başkanlık koltuğudur, ya bir sendika veya benzeri sivil toplum kuruluşlarından birinin. Bir dernek, bir sanat kurumu, bir dergi ortamı ve çevresi, bir spor kulübü de olabilir. Ya da siyasal akımlardan birinin başındadır. Yer neresi olursa olsun, kişi kim olursa olsun bulunduğu yere öyle bir yapışmıştır ki veya kendisini öyle bir kabul ettirdiğine inanır ki çöreklendiği postu, koltuğu, bilirkişiliği bırakmak, kendisinden daha genç, daha dinamik birisinin oturması için terk etmek akılının ucundan bile geçmez. Akıllarında bulundukları noktada yapılacak işleri kendilerinden başka kimsenin yapamayacağı vardır. O kurum veya kuruluşun vazgeçilemez üyesi olduklarını sanırlar. Bırakırlarsa evlerini, yurtlarını bırakmış gibi duyumsarlar. Bu bırakamama güdüsü öyle içlerine işlemiştir ki kendilerinden daha farklı görüş, planlama ve değerlendirme yapanları rakip olarak görür ve bertaraf edilmesi gereken unsur olarak düşünürler. Sürekli kendilerini gösterecek bir atılım yapma, bir toplantı, bir etkinlik düzenleyerek kendi yerini pekiştirme yolları ararlar. Bazen birkaç satır yazıyla, bir çizimle veya fotoğrafla kendilerini anımsatırlar, iş yaptıklarını sergilemek isterler. Bu ise etrafındakilerle uyuşmamayı, küçük gruplara bölünmeyi, ayrılmayı ve içinde bulundukları yapının küçülmesini getirir. Bu sekter davranışlar o topluluk içinde yer alanlarda hoşnutsuzluk, umduğunu bulamama doğurur. İnsanları soğutur, o kurumda ya da yapılanma içindeki işlerin aksamasına neden olur. Düzeltilmesi yeni çaba gerektirir, uzun zaman alır.

Bu tip insanların etraflarında yarattıkları olumsuz etkinin farkında olmadıkları düşünülemez. Farkındadırlar. Oturup ben ne yapıyorum, neden ısrar ediyorum, ne kadar bulunduğum yeri doldurabiliyorum diye düşünmeleri ve yeni, dinamik, daha yetenekli ve yetkin genç arkadaşlarının önünde kaya gibi durmamaları, çekilmeyi bilmeleri bilgelik olacaktır, tutulacak doğru yol olacaktır. Bizim nişan kayasını çektikleri gibi, tıkadıkları yerden güç-bela uzaklaştırılmak yerine, kuruluşun kuralları ve tüzüğü uyarınca, genel eğilimler dikkate alınarak, demokratik seçimlerle hatta kendi önerileriyle yerlerini bir başkasına bırakmaları akla uygun bir davranış olur. Bir insan bulunduğu yerdeki zamanının dolduğunu bilmeli ve bir bilge olarak kendilerine danışılmasını beklemeli.

Yazıya başlarken yalnızca ‘nişan kayası’nı konu edinmeyi hedeflemiştim. Kaya kayayı çağrıştırdı. Her kayanın varlığı nişan kayamız gibi umut verici durmuyor, geçidin önünden çekilemiyor, bazen geçitler sürekli tıkanıyor, yolun açık olduğu koşullarda alınacak mesafenin önemi keşke’lerde kalıyor, geçen zamana hayıflanmak da kâr etmiyor. Keşke dediğiniz zamanlarınız olmuyor mu? Benim çok. Dersler çıkarıyoruz deneyimlerimizden ancak çoğu kez geç kaldığımızı da görüyoruz.