Yıldız Hasan’ı (Hasan Başaranhıncal) kaybettik.

1966 yılında Turhal’da Hoffman fırının inşaatını tamamlamıştık. Ama pişirme işleminin nasıl yapıldığını bilmiyorduk. Rahmetliye söylediğim zaman; zayıfça, mavi gözlü, Vahit ağa isimli orta yaşlı birini Turhal’a gönderdi. Kendisi, “Başka elemana ihtiyacınız olursa, söyleyin göndereyim. Onun da bir hal çaresine bakarım” dedi. Vahit ağa da başarılı bir çalışma yaptı. İşimiz iyi bir şekilde görülmüştü. Her ikisine de minnettarım. Allah rahmet eylesin, mekânları Cennet olsun…

* * *

AYIPLI İŞLER YAPMADA ŞAMPİYONUZ…

Evet, geçen hafta yazı yazıyorum diye; soğuk su böreği servisinden, ünlü Toyga aşının taklit kıkırdağından dem vurduk.

Pastane yağı rezaletini öğrenince; fantazi konular denilebilecek işlerle uğraşan biri görüntüsü verdiğimi anladım.

Şehrin yerleşmiş imajının zarar görmesini gündeme getirmenin önemli olduğunu ama pastane yağı rezaleti, kanalizasyon suyunun arıtılmadan akarsulara katılması, şeker konusunda sakaroz kökenli şeker pancarı ürünü ile mısırdan üretilen nişasta bazlı şeker arasında yoğunlaşmış, kavga varken ve bunların yan etkilerinin büyük zararı tartışılırken, Toyga aşının kıkırdağı meselesi elbette detay. Eskilerin deyimi ile “Kabil-i İhmal” olarak kalıyor…

Biz şimdi, pastane yağı ile ilgili bana ulaşan bir iletiye göre nasıl büyük risklerle karşı karşıya olduğumuzu görelim:

“Hiç kendi kendinize sorduğunuz oldu mu?

‘Pastaneden aldığım poğaça, böreği çok severim ama ne zaman yesem birkaç saat sonra midem yanmaya başlıyor.’

Vakti zamanında Rahmetli hocamız Abidin Salih’e bir genç getirmişler. Ağır ‘Gut’ hastası olup ayağının biri normalin iki katı büyüklüğündeymiş.

Hikâyesine gelince; bu genç çalışmak için Ağrı’dan İstanbul’a gelmiş ve poğaça imalathanesinde iş bulmuş.

Çocuğa:

sana yatacak yer, sana şu kadar ücret, yemek mi? Aha sana poğaça ye yiyebildiğin kadar’ demişler. Çocuk da yemeğe para vermemek için sabah akşam poğaça yemiş.

Sadece 6 ay sonra ayağı o hale gelmiş. Doktorlar yapacak bir şey olmadığını ve memleketine geri dönmesini söylemişler.

İyi ama neden?

Cevap;

- PASTACI YAĞI!

Yani daha basit söylemle margarinin daha da kimyasallaştırılmış hali!

Size burada margarinin ne olduğunu anlatmayacağım. Zira bu yağın plastikten bir molekül farklı olduğunu hepiniz biliyorsunuz.

Ve bu yüzden yapılan deneylerde hiçbir karınca asla margarine yaklaşmamıştır. Çünkü besin maddesi olarak görmemiştir. Ancak aynı deneydeki tereyağını tüketmiştir.”

uzun. Ben pastacı yağı diye bir ayrıntıyı bu ileti ile öğrendim. Karıncaların bile yemediği yağları bizlere yedirme marifetinde bulunan gözü açıkların şerrinden Allah’a sığınmak yetmiyor. Bilinçli olmak da gerekiyor.

* * *

31 Ocak 2019 tarihinde kaleme aldığım “Kaya Tuzu, Göl Tuzu” başlıklı yazımı tekrar gözden geçirdim ve olayın daha farklı boyutları ile karşılaştım.

Cihanbeyli, Şereflikoçhisar gibi Tuz gölüne yakın ilçelerin kanalizasyon suyunun Tuz gölüne aktığını, bazılarının arıtma sistemlerinin senelerdir bozuk olduğunu gördüm.

Tufan Türenç tarafından yazıldığı gibi olmayıp, Konya kanalizasyon suyunun; bazılarına göre iki senedir, bazılarına göre de dört senedir göle ulaşmadan çiftçiler tarafından sulamada kullanılarak tüketildiğini gördüm.

“İyi kanalizasyon suyu göle ulaşmıyormuş” diye sevinilecek bir durum yok. Tarımda kullanılmasının sakıncasını 1973 yılında bir hasta yakınımı muayene için götürdüğüm, ünlü cildiyeci Prof.Dr. Lütfi Tat’tan dinlemiştim.

Lütfi Hoca:

“Amerikalılar sebzelerini Amerika’dan getiriyor diye kızıyoruz. Onlar yapay gübre kullanmıyorlar. Biz hayvan gübresi kullanıyoruz. Bu yüzden ‘kıl kurdu’ yumurtası taşıyan sebzeleri yiyor, kıl kurdundan kurtulamıyoruz. ”demişti.

Şeker konusu daha incelikli iş. “Kaya Tuzu, Göl Tuzu” yazımızda şeker ile ilgili kısımda:

“Meğer ülkemizde şeker pancardan imal edildiği gibi, genleriyle oynanmış mısırdan da imal ediliyormuş. Şimdi birçok vatandaş paketin üzerinde ‘yüzde yüz pancar şekerinden imal edilmiştir’ yazısını görmezse satın almıyor.”

Çözüm için; paket üzerinde kaya tuzu-göl tuzu veya şeker paketinin üzerinde pancar resmi ve “yüzde yüz şeker pancarından imal edilmiştir” yazısı asla yeterli değildir. Bu ayrıntılara benzer uyarıların vitrinlere taşınması lazım.

bütün yiyecek satan yerlerin vitrinlerinde, “Biz kaya tuzu kullanıyoruz” ve “Ürünlerimizde kullanılan şeker pancardan üretilen şekerdir!” veya “Tereyağı veya zeytinyağı kullanıyoruz!” gibi ayrıntıların belirtilme zorunluluğu olmalıdır. Ayrıca bunların doğruluğunu kontrol eden yetenekli, hızlı çalışan kuruluşlar oluşturulmalıdır.

Çok şey istediğimi düşünmüyorum. Uygulaması çok gerekli, üstelik zorluğu olan şeyler değil bunlar.

* * *

27 Temmuz 2019 tarihli gazetemizde, “ İlimizde bir firma erkekler de 10 porsiyon, bayanlarda ise 8 porsiyon tavuklu pilav yiyebilen müşterilerine ödül olarak Bin Türk Lirası veriyor” şeklinde bir haber vardı. Zaman zaman televizyonların yarışma programlarında, “Şu kadar acı biber yiyebilir misiniz?”, “Kaç kilogram yiyeceği, şu kadar zamanda tüketebilirsiniz?” gibi yarışmalar oluyor. Bunların yasaklanması gerekir düşünüyorum. Sağlık yönünden çocukların bile zararlı olduğunu bileceği olaylar bunlar.

Bunlar karşısında doktor ve sağlık kuruluşlarımızın bir uyarı görevi olduğunu düşünüyorum, ama sessiz kalıyorlar. Ben vatandaşlık görevimi yapıyorum ve uyarıyorum! Programlar sonlandırılsın demiyorum, ama program formatından böyle sağlığa zararlı yarışlar çıkarılmalı yâda yasaklanması gerekir diye düşünüyorum.

En güzel günler sizlerin olsun.