“Büyükbabamın ne iyi arkadaşları var,” dedi Cemre.

“Arkadaşları da Büyükbabam gibi sevecen, duyarlı ve anlayışlı” dedi Özgün.

Güldü Zafer Bey.

“Bahri Bey bir başkadır,” dedi.

Saat Kulesi’ne doğru iniyorlardı. Güneş iyice eğilmişti. Ama hava hala sıcaktı.

Saat Kulesi’nin karşısındaki Belediye Parkı’yla postane arasındaki, telefon kulübelerinin önünde, her zaman olduğu gibi yine, müzik kasetleri ve CD satıcıları vardı. Müzikçalarlarını son ayar açmış, pervasızca bangır bangır bağırtıyorlardı. Otobüs durağında evlerine dönmek, ya da bir yerlere gitmek için otobüs bekleyen yolcular vardı. Belediye Parkı’nda ise, sıcaktan bunalmışlar, ağaç gölgelerinde zaman öldürüyorlardı.

Parkın yanından geçip, seyyar sebze ve meyve satıcılarının kümelendiği sokağa daldılar. İki yanda fırınından, köftecisine, ayakkabı tamircisinden, manavına, emlakçısından elektrikçisine, çayevi işleticisinden manifaturacısına kadar her tür esnafın bulunduğu sokaktı burası. Aynı zamanda, kırsal kesim insanının yılın her mevsiminde çarşamba günleri, hayvansal ürünlerini pazarladığı, meyve ve sebzelerini sattığı sokaktı.

Fırından üç ekmek, manavdan da üzüm ve karpuz alarak tuttular evin yolunu.

Çocuklar eve varınca, “Kurtuluş” dizisinin ilk üç CD’sini; akşam yemeğinden sonra da kalan üç CD’sini soluksuz izlediler. Oldukça etkilenmiş ve duygulanmıştılar. Filmin senaryosunu Turgut Özakman yazmış, yönetmenliğini Ziya Öztan yapmış Atatürk rolünde de Rutkay Aziz oynuyordu. Her ne değin fiziksel olarak Atatürk’e benzetilememişse de usta oyunculuğuyla Atatürk’ü güzel canlandırmıştı.‘Kurtuluş Savaşı, gerçeklere uygun bir biçimde ne de güzel aktarılmıştı filme.

“Kurtuluş” dizisi, ‘Ulusal Kurtuluş Savaşımızın destansı öyküsüydü.

Türk Ulusu, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmiş, ülke toprakları düşmanlarca paylaşılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, ulusunun başına geçer. O’nun önderliğinde, “Yedi devlet” olarak nitelendirdiğimiz saldırgan ve sömürgen uluslara karşı, amansız bir savaş başlatılır. Kadınından erkeğine, çocuğundan yaşlısına değin, beşten doksan beşe herkes, bu savaşa katılır. Türk Ulusu bağrından çıkardığı önderine, Mustafa Kemal’e inanmıştır. Bu inançla kazanılır savaş. Düşman yurttan atılır. Atatürk’ün önderliğinde yepyeni bağımsız, çağdaş, özgür ve çağcıl bir halk yönetimi kurulur. Bu yönetimin adı: ‘Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Bu filmi izledikten sonra, bir kez daha Atatürk’le, atalarıyla övünç ve kıvanç duydular çocuklar.

20. yüzyılın en büyük devlet adamlarından biri değil, birincisi olan, yüce Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinin bir bireyi olmaktan dolayı da gurur ve onur duydular.

“Dünya üzerinde bizden başka, hiçbir ülkenin bir Atatürk’ü yok,” dediler.

“Bugün özgür ve bağımsız yaşıyorsak, bunu Atatürk’e ve O’nun silah arkadaşlarına ve atalarımıza borçluyuz.” dedi Özgün.

“Atatürk olmasaydı özgür ve bağımsız olamazdık,” dedi Cemre.

“Ülkenin başında on beş yıl kalmış ama ne çok işler başarmış.” dedi Emre.

“Dünya üzerinde tek ‘Çocuk Bayramı’ Atatürk tarafından Türk Çocukları’na armağan edilmiştir,” dedi Özgün.

Sonra sırasıyla saydılar, Atatürk’ün ülkemize ve halkımıza kazandırdıklarını.

“Ülkenin baştan başa yeniden yapılandırılması.”

“Çağdaş giyim ve kuşam.”

“Yeni Türk Harflerinin kabul edilmesi.”

“Hukukta devrim...”

“Okullar, yollar, köprüler, fabrikalar yapılması…”

“Türk kadınına seçme seçilme hakkı.

Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu...”

“Halkevleri’nin açılması…”

“Köy Enstitüleri…”

Güldü Zafer Bey:

“Sizlerle gurur duyuyorum çocuklar!” dedi. “Ne güzel özümlemişsiniz Atatürk Devrimi’ni. Göreviniz, Türkiye Cumhuriyetini korumak ve onu geleceğe taşımak. Atatürk’ün hedefi, ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmaktı. Bunu bizler başaramadık ama öyle inanıyorum ki sizler başaracaksınız.”

(SÜRECEK)