Bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusu Ulu Önder Büyük Atatürk’ü anan (ya da anıyormuş gibi yapan); onun bu ülke için yaptıklarını dillendiren (ya da dillendiriyormuş gibi yapan) kişi ya da kişilerin; makamları, mevkileri ve görevleri ne olursa olsun; bu eylemlerini, saygı kuralları çerçevesinde yapma zorunlulukları vardır.

Aksi tavırlar, aksi söylemler, yakışıksızlık ve nankörlüktür.

Dahası densizliktir.

Ne acıdır ve ne yazıktır ki, bu tür nankör ve densiz (yer yer de riya kokan ikiyüzlü) tavırlar; son yıllarda, ayan beyan yapılır, sergilenir hale geldi..

Ulu Önder Büyük Atatürk’ün, yokluk içinde kurup, yaşattığı tesisleri sata sava ayakta kalmaya çalışan günümüz iktidarı; (iktidara geldikleri günden bugüne değin) yakışıksız tavırlarını ısrarla sürdürmekte, dahası Atatürk döneminde yapılan eserlerin tümüne (komik bir biçimde) sahip çıkmaktadır.

Kesip saklamışım, kitaplığımda temizlik yaparken tekrar elime geçti; gerçek bir cumhuriyet kadını, tarihçi Muazzez İlmiye Çığ Hanımefendi yazmış.

Pek çok şeyin özeti olan bu yazıyı, köşeme taşıdım; çünkü söylenmesi gereken ne varsa; söylemiş Sayın Çığ…

* * *

Muazzez İlmiye Çığ Hanımefendi şöyle diyor o yazısında…

“ Hiç utanmadan, sıkılmadan; ‘…Bu ülkeyi demir ağlarla siz örmediniz; biz ördük, biiizzz!...’ deyip duruyorsunuz ya; eğer biraz okusanız, biraz araştırsanız, biraz tarih bilseniz, saplantılarınızdan biraz olsun kurtulsanız; bunları söylerken utanır, yüzünüz kızarırdı.

Ancak insanların gözünün içine baka baka söylediğiniz bunca yalana karşın, sizin yüzünüz, hiç ama hiç kızarmıyor.

Saygısızlığı hiç elden bırakmıyor; ulusal bayramlarda oranız, buranız ağrıdığı gerekçesiyle Anıtkabir’e gitmiyor; gideni de ‘sap gibi durmak’ gibi tatsız bir benzetmeyle suçluyorsunuz.

Şunu bilesiniz ki; o günlerde örülen demir ağlar, yalnız tren yollarına döşenen demir ağlar değildir. Ya da ‘demir ağlar’ benzetmesiyle kastedilen bu değildir.

(…)

Eğer o günlerde, güçlü eğitimin, güçlü ekonominin, güçlü demokrasinin, güçlü laikliğin temelleri atılmasaydı; bugün ne siz o mevkilere gelebilirdiniz, ne de oy devşirme uğruna başlarını örttürdüğünüz, yüzleri gözleri boyalı eşlerinizi gavur(!) ülkelerine götürüp, gavurların(!) ellerini sıktırabilirdiniz.

Saplantılarınızdan ve koşullanmışlıklarınızdan arınıp, özendiğiniz Arap ülkelerine, şöyle bir bakın hele; hangi Arap ülkesiyle benzeşiyoruz?

Üzerinizde taşıdığınız kıyafetlerinizi bile o demir ağlarına borçlusunuz.

(…)

Hazinesinde borçtan başka bir şey olmayan Osmanlı devleti yıkıntısı üzerine kurulan bu Türkiye Cumhuriyeti; bir taraftan Osmanlının, diğer taraftan yenilmediğimiz halde yenilmiş sayıldığımız Birinci Dünya Savaşı borçlarının tümünü son kuruşuna kadar ödemiştir.

Atatürk döneminde yapılan işler yanında sizin yaptıklarınız ya da yaptığınızı sandığınız işler çocuk oyuncağı gibi kalır.

Okuma ve yazmayı, hatta sabun kullanmasını (bile) bilmeyen; verem, sıtma, zührevi hastalıklar, trahom gibi bulaşıcı hastalıklardan kırılan zavallı yoksul bir halkın verdiği vergilerle yapıldı, alay ettiğiniz o demir ağlar…

Alay ettiğiniz o demir ağların temelinde, sizin hiçbir zaman yaşamadığınız büyük acılar, sıkıntılar ve gözyaşları vardır.

Bir elin parmakları sayısında doktorların özverili çalışmalarıyla, hastalıkların önü alınmaya çalışılırken; sizin bilmediğiniz, daha doğrusu bilmek ve görmek istemediğiniz neler yapıldı neler!..”

Yazarın Notu: İlmiye Çığ Hanımefendinin yazısının devamını, yarınki yazımızda vereceğiz.