Kimdi anımsanıyorum ama önceki dönemler Kaymakamlarımızdan biri böyle söylemişti

Çok da doğru söylemişti...

Alanya’ya gelen yabancılar ve hatta yerleşik yabancılar, tek bir Türkçe sözcük öğrenmeden geçip gidiyor. demişti.

??!!...

Ben de Neden öğrensinler ki!?... Her şey kendi dillerinde veya kendi dillerine yakın dillerde...Türkçe öğrenmeye gereksinimleri yok ki!... diye yanıtlamıştım bu doğru saptamayı…

*    *    *

Artık Alanya’da yerli yabancı ayrımı da kalmadı...

Pazarlanabilen her şeyin, her yerin, her malın, her metanın adı yabancılaştı... “Kendimizi yabancı topraklarda yaşıyor”, sanır hale geldik...

Otel adları, apart adları, hatta pansiyonların adları, lokantaların, kafelerin, barların, diskoteklerin adları, alışveriş merkezlerinin, dükkânların adları; hep, Anglomanlıca...

Alanya’ya gelen yabancı turistler, bu durumda neden Türkçe öğrensinler ki!?...

Şimdi en milliyetçi(!), en muhafazakâr bürokratlarımız bile; (yurt dışı eğitimi aldıkları havasını atmak için) birbirleriyle, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Rusça esenleşip, konuşma aralarına sık sık bu dillerden sözcükler sıkıştırıyor...

Gençlerimiz, birbirleriyle; “hadi baaay, çuuz, hello, çavv” gibi özenti sözcükler kullanarak esenleşiyor...

Bizde bu yalakalık, bu şarlatanlık, bu sırnaşıklık, bu özenti varken; gelen yabancılar, üç beş sözcük bile olsa, neden Türkçe öğrenmeye çabalasınlar ki!?...

 Ülkemizin “gerçek adının” kullanılması için; uluslararası platformlarda çaba göstermek bir yana, Ülkemize gelen yabancılara; “...Bizim Ülkemizin adı, İngilizce ’de ‘hindi’ anlamına gelen ‘Turkey’ değil, Türk yurdu anlamına gelen ‘Türkiye’dir...” bilgisini vermeyi, ülkemizin adının doğru bir biçimde telaffuzunu öğretmeyi bile beceremiyoruz.

Bizde bu kolaycılık, bu nemelazımcılık, bu vurdumduymazlık, bu yozlaşma varken; gelen yabancılar, neden zahmete girip üç beş kelime de olsa Türkçe öğrensin ki!?....

Türkiye Cumhuriyeti’nin, Cumhurbaşkanlığı özel uçağının üzerinde bile “Republic of Turkey” yazıyor.

*    *    *

Paramıza sahip çıkmadığımız gibi, dilimize de sahip çıkmıyoruz...

Hoş zaten neyimize sahip çıkıyoruz ki?... 

Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!...

Bu gidiş, iyi bir gidiş değil...

Kimse bunun “dünyaya açılmamızın gereği” olduğunu, savunmaya kalkmasın sakın!... Bu bizim Osmanlı’dan gelen bir özelliğimiz...Türklüğümüzü öldürmek için ne gerekirse yapıyoruz...

Lütfen şu “Batı’dan gelen her şey bizden üstündür” kompleksinden kendimizi kurtaralım artık.  Bu yolla Avrupalılaşmayı düşünmek, abesle iştigaldir.

Dil demek, insan demektir.

Dil toplumun tutkalıdır. İnsanların dününü bugününe, geçmişini geleceğine bağlayan en önemli etkendir.

Dışardan “yabancı sözcük” ithal etmek marifet değil; önemli olan, kendi sözcüklerimizi   ve kendi dilimizi ihraç etmek marifettir.

Peki bunu yapabilir miyiz?...

Yapabiliriz... İstersek yapabiliriz... Azmedersek gerçekleştirebiliriz...

Nasıl gerçekleştirebiliriz?...

Turizmle... Bunun en kolay, en ucuz yolu turizm... Turizmi kullanarak gerçekleştirebiliriz...

Ama bunun için, öncelikle komplekslerimizden kurtulmamız lâzım...

Saplantılarımızdan arınmamız lâzım...

“...Bizim dilimizin telaffuzu zor... Turist Türkçe isimleri öğrenmede zorlanıyor... Türkçe isimleri aklında tutamıyor...” gibi vesveseleri, saplantıları bir yana bırakmamız lâzım...

Ülkemizi ziyaret eden yabancılara; ulusal değerlerimizin yanında, hiç değilse üç beş kelime de Türkçe öğrenecek, ortamı sağlamamız lazım...

Çok geç olmadan; paramıza, dilimize, ulusal değerlerimize sahip çıkalım...

Yurtseverlik budur...

Ulusçuluk bunu gerektirir...