“Neden hedef Türkiye?” sorusunun ikinci cevabı:
Büyük İsrail devletinin kurulması için Tevrat’tan kaynaklanan 6000 yılık İsrail’in hayali olan Arz-ı Mevud (İsraillilere Yahudilere güya Allah tarafından vaad edelin topraklar) Antep, Adana’dan güneydoğu topraklarında İsrail’den başlayarak buralara kadar uzanan bir devlet kurma ve bu toprakları ele geçirme sevdaları, son yarım asırdır bunun adına Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) denen bir planın tahakkuku için bugün Türkiye, Irak, Suriye’nin teröristlerce kan gölüne çevrilemesinin ana sebeplerindendir.
Burada da birinci öncelik İsrail devletinin güvenliğidir. Kudüs’ün acıklı durumu, Filistin olayı, Lübnan’ın, özellikle Suriye’nin içine düştüğü durum sırf İsrail’in güvenliği uğruna çıkarılmış olaylardır. Bugün Ortadoğu’da bunca ızdırabın yaşanmasının sebeplerinden birisi de İsrail’in güvenliği için yaratılmış düşmanlığın eseridir.
Dünya ekonomisini yıllardır yönlendiren Yahudilerdir. En etkin siyaset, ekonomik güce dayalı siyasettir. Yahudiler Dünya nüfusunun binde biri (bütün Yahudiler 20-25 milyon) olmalarına rağmen dünya ekonomisinin makamı durumundadır. ABD, İngiltere, Fransız, Alman ekonomilerini yönetenler hep Yahudi amacına hizmet etmektedirler. Güçleri buradan gelmektedir. Fitnenin, fesadın, ihanetin, hıyanetin mucidi Yahudilerdir. Bu konuda yazılmış yüzlerce eser vardır. Masonik teşkilatlar, İsrail’in Yahudiliğin yan kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar ile İsrail dünya siyasetine ve ekonomisine yön vermektedirler. Bugün 15 Temmuz darbe olayının da arkasındaki aktörlerden birisinin İsrail ve masonik teşkilatlar olduğu medyada dillendirilmektedir.
Neden hedef Türkiye sorusunun üçüncü nedeni: Türkiye-Irak, Suriye’deki etnik ve sosyal dini yapının son derece parçalı, hatta paramparça olması bu bölgelerde bu hassasiyetleri kaşıyarak insanları birbirine kırdırarak daha kolay ele geçirme ve buralarda hegemonya kurma arzularının daha kolay olmasıdır.
Bu güçlerin başında elbette ki ABD, Rusya, İsrail, İngilizler ve Batılı emperyalistler gelmektedir.
Terörizme en uygun zemin Ortadoğu’daki etnik ve özellikle mezhepsel bölünmelerdir.
Bu dinsel ve mezhepsel bölünmüşlük grupların birbirlerine çabucak düşman olabilmeleri, dilim dilim olmalarındandır. Bu yapı böl, parçala, yut politikasına en uygun zemindirler. Parçayı yutmak kolaydır.
Şimdi Türkiye, Irak, Suriye’deki yani bu bölgedeki etnik ve dinsel, mezhepsel yapının emperyalistlerin tuzaklarına nasıl düştüklerine bir bakalım.
Şunu herkesin iyi bilmesi lazımdır ki, dış düşmanlar ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, bir memleketi işgal edemezler. Etseler dahi uzun zaman ellerinde tutamazlar. Ancak iç hainlerin, maşaların düşmanlara bilerek ve gaflet nedeni ile hizmet etmeleri sonucu netice almaktadırlar.
Bu açıdan Irak, Suriye ve Türkiye üçgenine bir göz atalım:
Irak’ta: Araplar, Kürtler, Türkmenler, çok azınlıkta Ermeniler. Dini ve mezhepsel yapı ise Arapların yarısı Şia, İran’ın resmi mezhebi hatta dini denebilir.
Yarısı sünni, Kürtler genelde sünni, Türkmenler sünni ve şii.
Suriye’de ise şii Araplar, sünni kürtler, nusayriler, dürziler mevcut.
Türkiyemizde özellikle güneydoğu sünni kürtler, PKK belası görünürde sünni, gerçekte ateşperest, belki de ateist, bu benim kendi düşüncem, bu PKK için söz konusudur. Kürtler çok samimi sünni müslümanlardır. Mezhep olarak sünni şafidirler. İtikatları ve ibadetleri çok sağlamdır. Türkler, Türkiye’de mevcut etnik grupların tamamı sünni hanefi müslümanlardır.
Irak’ta Saddam Hüseyin, sünni idi ve uzun yıllar Irak’ı yönetti. Elbette ki Irak’taki sünni, şii arasındaki mezhepsel husumet patlamaya hazır bomba gibidir. ABD Irak’ın bu yapısını en iyi şekilde kullanarak sudan sebeplerle Irak’ı işgal etmiş, yönetimi sünni müslümanlardan alıp şia veya şii müslümanlara teslim etmiştir. İşte IŞİD, DAEŞ ve benzeri gruplar maalesef buradan doğmuşlar. Bunları kurduran da yine ABD’dir. Sonradan ABD’nin başına bela olmuşlardır. Müslüman müslümanı kıran kırana yok etme amacı güden teröristler canlı bombalarla yüzbinlerce cana kıymışlardır ve hala da kıymaktadırlar
Bugün Irak halkı sünnisiyle alevisiyle Saddam yönetimini mum yakıp aramaktadırlar. Saddam’ın zulmünden kurtulalım diyen Irak halkı daha bin beteri olan kara zalimlerin ellerine düşmüşlerdir. Hem de acımasızca birbirlerini öldürmektedirler.
Maalesef Irak halkı korkunç İngiliz oyunu diye tabir edilen yabancıların tuzağına düşmüş. Saddam’ın zamanında beş kez Irak’ı gördüm. Özellikle Bağdat bir dünya şehri idi. Şehir içi hızla Bağdat’ı bir baştan öbür başa 55 dakikada geçtik. Ana caddeler 4 gidiş-4 geliş, muhteşem tarihi manzaralar, Azamiye (İmam-ı Azam camisi) bin dönümlük bir meydan iki bin ortobüse otopark olacak nitelikte. Bağdat’tan Kerbela tahminen 200 km.lik yol. Çift taraflı aydınlatılmış, gece arabanın farlarını yakmadan yolculuk mümkün. Böylesine muhteşem idi.
Şimdiki halini medyadan izliyoruz. “Bağdat harap” tabiri gerçek olmuş. Saddam bir diktatör olabilir, ama o zaman (Avrupa şehirlerini görmüş birisi olarak) Bağdat, Paris denebilirdi. Saddam’ın yönetiminden memnun olmayan genelde İran’ın etkisi ile isyana kalkışan şii araplar ve batıdaki sünni kürtler, bugün kan ağlıyor ve Saddam yönetimini mumla arıyorlar. Bugün Türkiye’ye sığınmış olan mülteci Iraklılar gözyaşları ile bunu anlatıyorlar. Doktorlar, mühendisler, öğretim üyeleri bugün yurdumuzda temizlik işlerinde bile iş bulamıyorlar. Irak’ın Musul şehri de aynı. O zaman ABD işgalinden önce: bir Irak dinarı 700 TL, yani bizim paramızdan 700 kat değerli. Hayat ucuz, 50 kg.lık kristal toz şeker 10 TL. yani 1.5 Irak dinarına satılıyordu. Hacılar, Musul’dan son derece kaliteli olan bu şekerleri çuvallarla alıyorlardı. Şimdi ne oldu? Bağdat, Basra, Musul…Harabat (mahvolmuş)… İşte bugün Irak’ta Saddam’a isyan eden ABD, Irak’a davet eden şiir araplar canlarından bezmiş durumdalar ve bu zengin ülkenin zengin insanları Türkiye’de mülteci, cami kapılarında el açıyorlar.
İşte ABD, işte Avrupa medeniyetinin zulmü budur.
Allah korusun, 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsa idi, Türkiye de Irak ve Suriye gibi bölünmüş, parçalanmış. ABD ve Avrupa emperyalistlerini at oynattıkları, onlara uyan etnik gruplar, çeşitli mezhepler birbirlerini yiyor olacaktı. Onu için Türkiye Ortadoğu’nun kalesidir. Allah korusun yıkıldığı an Yunanistan’dan doğuya doğru Umman’a, Yemen’e kadar müstevlilerin eline geçerdi. Artık gerisi ölümden beterdir. İşte bunun için hedef Türkiye. Elbette ki bu gün Türkiye üzerinde oynanan oyunlar amacın bu fecaat olduğuna işaret ediyor.
Herkesin bir hesabı olduğu gibi, Allah’ın da şaşmaz bir hesabı var. Hani şair “kader üstünde bir kader var” diyor ya, köklü devlet ve millet yapısı medeniyet geleneği olan bin yıllık Türk yurdu Anadolu hiçbir zaman bir Suriye ve Irak olamaz. Başlangıçta ifade ettiğimiz gibi şanlı ve ünlü Türk tarihi bunun canlı şahididir.
Ama ne oluyor bu milletin alın teri göz nuru ile elde edilen milli servetimiz bu yolda heba ediliyor. Memleketin kalkınması engelleniyor. Yavaşlatılıyor. İnceliyor, ama asla kopmuyor, kopamaz, kopmamalıdır, kopmayacaktır. Birliğimiz beraberliğimiz, kardeşliğimiz bunun teminatıdır. 15 Temmuz’daki menfur darbe girişimindeki bu yüce milletin gösterdiği asalet bunun ispatıdır.
Bugün Türkiye için en büyük dış tehdit Suriye’de cereyan eden iç savaş ve bunun bir parçası olan IŞİD- DAEŞ, PKK destekli PYD, YPG gibi fraksiyonların faaliyetleridir. Türkiyemiz bunların hepsini bertaraf edecek güçtedir. Ancak karşımızda bu terörist gruplar buzdağının görünen kısmıdır. PKK’nın PYD’nin hatta IŞİD’in elindeki silahlar ya ABD, ya Rusya-Çin veya Avrupa Birliği, sözde demokrat devletlerin silahlarıdır. Yani Türkiye dünya emperyalistler ile mücadele etmektedir. Bu iş bunun için bitirilmiyor. Yoksa hiçbir güç bu milletin ordusunun önünde duramaz. İşte son zamanlarda Cerablus’ta, IŞİD’e, PYD’ye vurulan darbeler bu ordunun gücüdür.
Demek ki, bizim bizden başka, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. Her Türk vatandaşı 7’den 77’ye herkesin bunu bilmesi, dünyada bir eşi ve benzeri olmayan güzellikte bir vatanımızın olduğu bilinirken, “güzelin ve zenginin düşmanları çok olur” atasözünü de unutmamamız gerektiğini bilmeliyiz.
Millet ve devlet olarak bu konumumuzu gözönünde bulundurarak her daim uyanık olmalıyız. “Su uyur düşman uyumaz” atasözünü unutmamalıyız. Düşmanlarımıza karşı maddi ve manevi tedbirlerimizi almaya devam etmeliyiz. İç çekişmeleri, siyasal, dinsel, mezhepsel çıkar çatışmalarına düşmemeliyiz. Bunun için de en önemlisi birlik, beraberlik, kardeşlik, vatanperverlik gibi duygularımızı güçlendirmeliyiz. İç barış sağlanmadan, dış barış sağlanmaz bunu unutmamalıyız.
Ayıdan post, kafirden dost olmaz, unutmayalım.