İnsan hak ve özgürlüklerinin savunulmasında, demokratik, laik, sosyal ve hukuk devletinin devamının güvencesi olan, üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğünü savunan tüm avukatlarımızın “5 Nisan Avukatlar Günü'nü” kutluyorum.

Bu yazımda özellikle genç avukatlarımıza örnek olması açısından modern hukuk normlarının Türkiye’de uygulanmasını sağlayan Mahmut Esat Bozkurt hakkında bir bilgilendirme-hatırlatma yazısı yazacağım.

Mahmut Esat, 1892’de Kuşadası’nda doğar. 1912’de, İstanbul Hukuk Mektebi’nden mezun olur. Daha sonra İsviçre’de Fribourg Üniversitesi’nde yeniden hukuk öğrenimi görür. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere yurda döner ve 1920’de TBMM’nin birinci döneminde İzmir Milletvekili olur.

1921 yılında Londra Konferansı heyetinde yer alan Mahmut Esat, 1924 Anayasa’sı görüşmeleri sırasında Atatürk’ün “Cumhurbaşkanına Meclis’i Feshetmek Yetkisi Verilmesini” istemesine “Bu egemenlik yalnızca millete aittir. Hiç kimseye verilemez ve devrolunamaz. Aksi halde Cumhuriyet kendi varlığını, kendi felsefesini inkâr etmiş olur.  Cumhurbaşkanına Meclisi feshetmek yetkisini verirsek, sizin Abdülhamit’le ne farkınız kalır” diyerek karşı çıkarak dikkatleri üzerine çeker.

 “Hukuku medeniyede, hukuku ailede takip edeceğimiz yol ancak medeniyet yolu olacaktır” diyen Atatürk,  Mahmut Esat’ı Adalet Bakanı yaparak genç Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devrimleri sürecini başlatır.

7 Şubat 1926’da Medeni Yasa’nın kabulü ile başlayan bu süreç, Ceza Yasası, Borçlar Yasası, Kara Ticaret Yasası, Hukuk Davaları Yargılama Usulü Yasası, Ceza Davaları Yargılama Usulü Yasası ile devam eder ve18 Nisan 1929’da kabul edilen İcra ve İflas Yasası ile tamamlanarak genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş ve laik hukuk sistemine geçişi ile sonuçlanır.

Lotus-Bozkurt Olayı ve Mahmut Esat

Türk bayrağını taşıyan Bozkurt adlı gemi, 2 Ağustos 1926 gecesi Midilli açıklarında Fransız bayraklı Lotus gemisiyle çarpışarak batar. Lotus gemisi, 8 Türkün hayatını kaybettiği kazada, 10 gemiciyi de kurtararak İstanbul’a gelir.

Yapılan yargılama sonucunda Lotus gemisinin kaptanı M. Desmond 80 gün, Bozkurt’un kaptanı Hasan Bey de 4 ay hapse mahkûm edilir.

Bu duruma tepki gösteren Fransızlar, Türk mahkemesinin yetkisizliğini öne sürerek davayı, merkezi Lahey’de bulunan Uluslararası Adalet Divanı’na götürmek isterler. Buradaki esas amaç, uluslararası topluma eşit bir üye olarak katılmak isteyen genç Türkiye Cumhuriyeti ile Osmanlı dönemindeki kapitülasyonların avantajlarını sürdürmeye çalışan Fransa arasındaki uyuşmazlıktır.

Mahmut Esat Bozkurt anlatıyor:

Bir gün Atatürk ve İnönü beni çağırdılar. Sorunu bir daha açıklamamı emrettiler. Anlattım ve sözlerimi şöyle tamamladım: Paşam Lahey Adalet Divanı’na gidelim. Kimin haklı olduğu orada belli olsun. Ben haklılığımıza inanıyorum. Müsaade ederseniz davamızı ben savunayım. Kaybedersem yurduma bir daha dönmem. Fakat kazanacağız. Hem Adalet Divanı önüne gitmeden Fransızların dediğini yapacak olursak Fransız devletinin gözdağı karşısında boyun eğmiş olacağız.

Bu da onlara diğer sorunlarda aynı gözdağını ileri sürmek yürekliliğini verecektir. Hâlbuki Lahey Adalet Divanına gidersek davayı kaybetsek dahi şeref ve haysiyetimiz zedelenmez. Çünkü uluslararası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil, tersine büyük şereftir.”

Bu sözler üzerine Atatürk ve İnönü, kendisine: “Güle güle git. Kazanacaksın. Kazanmasan da, bu millet seni bağrına basacaktır” derler.

Dava, Lahey Adalet Divanında 27 Aralık 1926’da başlar. Türkiye’yi Mahmut Esat Bey bizzat savunur. Yapılan oturumlardan sonra 7 Eylül 1927 tarihinde dava karara bağlanır. Yargılama sonunda yapılan oylamada oylar eşit şekilde dağılmış olmasına karşın, Adalet Divanı Başkanı Max Huber’in nitelikli oyu sayesinde dava Türkiye lehine sonuçlanır.

Davanın kazanılmasından sonra soyadı kanunu ile birlikte Atatürk, Mahmut Esat’a Bozkurt soyadını verecektir.

Bu karar, literatüre Lotus Prensibi ya da Lotus Yaklaşımı olarak geçer ve "açık denizlerin serbestliği ilkesi" adı altında 1958 tarihli "Cenevre Açık Deniz Sözleşmesi’nde” sözleşmeye taraf tüm ülkeler için kural hâline getirilir.

Bu zafer aslında Lozan’dan yeni çıkmış, genç bir cumhuriyet olan Türkiye için çok önemli bir zaferdir. Türkiye, bu dava ile birlikte her ne pahasına olursa olsun hiçbir devlete ulusal egemenliğinden ödün vermeyeceğini ilan ederek,  mutlak yargı yetkisini uluslararası alanda da kullanabileceğini herkese kabul ettirmiş oluyordu.

Bir hukuk adamı olarak Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk önderliğinde yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetine çağdaş, modern bir hukuk sistemini getiren kişi olarak tarihteki yerini alır.

1950’li yılların ikinci yarısından itibaren hukuk sistemimiz darbeler, darbe girişimleri, muhtıralar ile giderek insan temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı, anti-demokratik bir hal alır. Cumhuriyetimizin temel ilkeleri arasında olan “hukuk devleti ilkesi” maalesef “üstünlerin hukukuna” döner. Bunun sonucunda yargıya duyulan güven sarsılır.

Yargıya duyulan güvenin tekrar kazanılmasında ve hukukun üstünlüğü ilkesinin tekrar işler hale gelmesinde genç avukatlara büyük bir sorumluluk ve görev düşmektedir.

Avukatlar, yargının kurucu unsuru olan bağımsız savunmayı temsil ederek Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, çağdaş hukuk normlarına uygun, temel insan hak ve hürriyetlerini esas alan, özgürlükten yana, kısaca “hukuk devleti ilkesinin” temel alındığı ve tekrar işler hale getirildiği bir işleyişe dönülmesinde aktif rol almalıdırlar. Bu işleyişi ülkemize tekrar getirecek olan da Z kuşağı diye isimlendirdiğimiz grubun içinde yer alan genç avukatlar olacaktır.

Bunun için 14 Mayıs’ta yapılacak seçimler bir milat niteliği taşımaktadır. Yaklaşık 13 milyonluk oy potansiyeli ile farklı bir zihin yapısına sahip olan, özgür ruhlu ve ailelerinden bağımsız hareket eden, Z kuşağı diye tanımlanan bu gençlik önümüzdeki seçimlerde belirleyici rol oynayacaklar ve hangi tarafın kazanacağı nı kullanacakları oylarla belirleyeceklerdir.