Beddua kelimesi, Türkçeleşmiş olan Farisi BED –kötü- ve Arapça DUA kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş, birilerinin kötülüğü için yapılan dua demektir.

Ulu Allah’a bir yakınma, acilen kötülerin ve kötülüğün cezasının verilmesi için Allah’a karşı yapılan bir feryat, şiddet içeren bir arzudur. Haksızın, gaddarın, zalimin önce ıslahı, düzelmesi istenir. Sonra, değilse onların şerrinden korunulması için muhatabının kahrını istemektir. Bedduayı; zulme ve haksızlığa maruz kalmış çaresiz olanlar yapar. Demek ki, bizleri ilgilendirmeyen konularda kötülerin ıslahı istenir. Kişilerin işlediği kötülükler sadece kendisini ilgilendiriyorsa, onun kötülüğü ifşa edilmez, yayılmaz. Ama o kişi umuma zarar veriyorsa insanların o kötünün kötülüğünden korunmaları için herkese duyurulabilir. Nisa Suresinin 148-149. ayetleri bunu anlatmaktadır. Bir de mahkemede mutlaka ifadeyi doğru vermek gerekir. Bu iki hususun dışında kimsenin suçu, kabahati açıklanmaz. Bunlardan birisi şahsın ve umumun zarar görmesi, diğeri ise mahkemeye çağırılınca kişilerin suçlarının açıklanmasıdır. Aksi halde kişilerin özeli, mahremiyetine saygı esastır. Onun için bedduayı da bu açıdan düşünmek gerekir. Yani herkese, herşeye beddua edilmez. Şartı vardır.

Aslında beddua etmeye gerek yoktur. Çünkü yüce Allah kötülüğe asla razı olmaz. Zalimin, suçlunun, asinin cezasını mutlaka verir. Ancak kulları belanın hemen verilmesi için beddua ederler.

*

R.SAV. Hz. Kendi şahsi nedeni ile asla beddua etmemiş, çok azılı, Allah düşmanlarına kötülüklerinin engellenmesi için beddua etmiştir. Ebu Cehil, Ebu Lehep gibilerine beddua etmiştir. Ayrıca; ana-babasına zulmeden, kadınlara zina, masum insanlara iftira edenlere, paraya taparcasına düşkün, Allah’ın malını Allah’ın kullarından esirgeyen çok cimri, pinti, hayırsız kişilere de beddua ettiği vakidir.

Duası makbul olanların bedduaları da makbul ve geçerlidir. Bunun için bedduadan uzak durmalıyız. Beddua etmediğimiz gibi, başkalarının bedduasından da korkmalı ve beddua almamalıyız. Milyonların duasını almalı, bir kişi bile olsa, bedduasını almamalıyız. Prensibimiz bu olmalıdır. İntikam peşinden koşmak; adi-basit insanların işidir. Daima affeden ve bağışlayan olmalıyız.

*

Diğer peygamberler de asi ümmetlerine korkunç beddualar etmişler ve o milletler çok acıklı sonuçları olan felaketlerle yok olmuşlardır. Nuh kavmi suda boğulmuş, Firavun Kızıldeniz’de boğulmuş, Ad kavmi taş olmuş, Lut kavmi yere batmış, yel, sel, zelzele, gökten taş, yılan yağması, kan yağması, nehirlerin kan rengine dönmesi vs gibi felaketlerle nice zalim milletler peygamberlerinin bedduaları ile helak olmuşlardır. Tarih bunun sayısız örnekleri ile doludur. Hz. Muhammed SAV. ümmetine daima hayır dua etmiş, kendisini öldürmek için defaatle tertiplenen suikastçıları affetmiştir.

Kavmi ve bizler için, “Yarabbi, onlar bilmiyorlar, ümmeti için onları ıslah et, kurtuluş ver, bizim onları kurtarmak istediğimizi bilseler bu kötülükleri yaparlar mı?” diye beddua değil, dua etmiştir. O yüce peygamber şunu iyi biliyordu; eğer ulu Allah’a iltica edip beddua etseydi, yeryüzünde bir tek canlı sinek bile kalmaz, dağlar toz olur dağılırdı. Çünkü o yüce zahmet değil, rahmet peygamberidir. Can alıcı değil, canlandırıcıdır. Ne yazık ki onun ümmeti Allah resulünün yolunu terketmiş, dünyanı süfli emelleri için oluk oluk kan akıtıyorlar. Hem de müslüman kanı. Sevmedikleri kişileri zalim ve gaddar krallar, insanları acımasızca öldürüyor, cesedini toz duman ediyorlar. Ondan sonra da sözüm ona utanmadan ben müslümanım diyebiliyorlar. Allah bunları biliyor ve görüyor. Ama asla unutmuyor. Zamanı gelince nicelerinin boyunlarına ip takıp caddelerde süründüklerini hep insanlara ibret için göstermiştir. Onun için beddua yapmaya gerek yoktur. Gereğini ulu Allah icra edecektir.

Azan belasını, isteyen mevlasını bulur.

Zalimin cezası evvel mahşere kalıyormuş, şimdi akşama kalmıyor.

Zalimin zulmü varsa, mazlumun Allah’ı var.

Avcının silahı varsa kuşun da Allah’ı var.

Kula bela gelmez hak yazmayınca, Allah bela yazmaz kul azmayınca.