Öyle talihsiz coğrafyada yaşıyoruz ki; asırlardır bu kadim coğrafyanın kaderini, cahil cühela takımı yönlendirip, belirledi ve belirliyor.

Ve bu güruh, öyle bir güruh ki; habis bir ur gibi, asalak bir bitki gibi toplumun tüm katmanlarını sarıp, sarmalamış durumda.

Bu zavallı kadim coğrafya ve de bu coğrafya üzerindeki halklar, hiçbir şeyden çekmediler bu cahil cühela takımından çektikleri kadar.

Bazen, “bu coğrafyanın üzerinde örneğin İskandinav Halkları otursaydı, bu coğrafyanın kaderi böyle mi olurdu.” diye düşünmeden edemiyorum.

Asırlardır kaderi değişmiyor bu coğrafyanın.

Hep kan, hep gözyaşı, hep acı, hep sefalet…

Diğer coğrafyaların insanları, uygarlık ve refah denizinde yüzer, uzayda cirit atar, birbirleriyle ve doğasıyla barışık yaşarken; üzerinde yaşadığımız bu coğrafyanın insanları hem kendilerini hem hiçbir günahı olmayan başkalarını hem de bu coğrafyayı yerlerde süründürüp, perişan ediyor.

Bu coğrafya, bu topraklar bunu hak etmiyor.

Bu coğrafyanın aklıselim insanları da bu durumu hak etmiyor…

Ama bu coğrafyanın dinle kafayı bozmuş malum çoğunluğu, kendileri gibi olmayanlara, kendileri gibi düşünmeyenlere bu coğrafyayı ve de bu dünyayı dar ediyor.

Kendi kafalarında yarattıkları (ilahi din ya da dinlerle hiç ilgisi olmayan) dinden başka hiçbir şey düşünmeyen, beyinleri hurafe çöplüğüne dönmüş (diplomalı/diplomasız, yetkili/yetkisiz, makamlı/makamsız) bu güruhun büyük bölümü; kendilerine verilen bilgileri özümseyemediğinden zır cahil olarak yaşamlarını sürdürüyor…

Örümceklenmiş beyinleri ile hem kendilerine hem başkalarına rahat yüzü göstermiyorlar…

Son yıllarda her yerde, her ortamda bunları görüyor, bunları izliyoruz.

Babalarının kim olduğunu bilmelerini sağlayan, bu ülkenin kurucusu ve kurtarıcısına, örümceklenmiş beyinleriyle hakaret ediyor, Ulu Önder’i tarih sayfalarından çıkarmak için olmadık rezillikler, olmadık şarlatanlıklar yapıyorlar.

Bu yapıdaki muhteremlerden biri, geçtiğimiz hafta içinde, “… Padişah Abdülhamit Efendimizle, AKP’nin iktidara geldiği tarih arası, duraklama devridir…” dedi.

Hazret, aklı sıra Atatürk’ü eleştiriyor bu söylemiyle!

Şimdi izninizle, bu Hazret ve onun gibi düşünenlere(!) yanıt olması için; tarihin tozlu sayfalarında gezinerek, her türlü yokluğa ve sefalete karşın; akıllara durgunluk veren bir özveriyle, nerelerden nerelere, nasıl ve ne amansız koşullarda gelindiğini özetlemek istiyorum.

 *     *     *

Yıl 1923.

Osmanlı bütün kurumlarıyla çökmüş, içi boşalmış bir çınar gibi devrilmiştir.

Onun çöktüğü yerde taze bir çınar fidanı kök salmıştır.

Bu taze fidanın adı Türkiye Cumhuriyeti’dir. Dünya tarihinde Türk ismiyle kurulan ikinci devlet olarak, tarih sahnesinde yerini almıştır.

Nüfusu 13 milyon civarındadır.

Bu nüfusun 11 milyonu köylerde yaşamakta; önemli bir bölümü de göçebe olarak yaşamlarını sürdürmektedir.

Beş bin köyde sığır vebası vardır. Hayvanların yanı sıra insanlar da bu hastalıktan kırılmaktadır.

Doğan her iki bebekten biri ölmektedir.

Ortalama yaş süresi 40 yıl civarındadır.

Ülkede sadece 337 doktor, 60 eczacı bulunmaktadır.

Diş hekimi ise hiç yoktur. O işi berberler halletmektedir.

Doktor ve eczacıların yarıdan fazlası gayrimüslimdir.

Ülkede sadece 136 ebe vardır, aynı şekilde bunların da yarıdan fazlası gayrimüslimdir.

Tarım tamamen ilkel koşullarda yapılmakta, ülkede tek bir traktör dahi bulunmamaktadır.

Ekmeklik un bile yurtdışından gelmektedir.

Savaş sırasında yanmış, yakılmış bina sayısı 114 bin 408’dir.

Ülkenin yeniden inşası gerekmektedir ama tuğla, kiremit bile dışarıdan alınmakta, o bile üretilememektedir.

Motor makine aksamı yok denecek düzeydedir.

Telefon da aynı şekilde…

Bütün sanayi ürünlerinde dışa bağımlılık söz konusudur.

Limanların, madenlerin, demiryollarının tamamı yabancılara aittir.

Dört mevsim kullanılabilir karayolu hemen hemen yok gibidir.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e sadece 4 fabrika kalmıştır; Hereke İpek, Feshane Yün, Bakırköy Bez, Beykoz Deri…

Elektrik sadece İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde vardır.

Tiyatro, müzik, resim, heykel yok hükmündedir.

Spor adına hiçbir şey yoktur.

Ya kadın?

O da yok gibidir, sadece adı vardır.

Birine saat sorulsa alınacak yanıtlar farklı farklıdır; çünkü zaman birimi ortak değildir.

Kimi hicri, kimi rumî takvimi kullanmakta; kiminin şubatı, kiminin aralığına denk gelmektedir. Herkes aynı zaman diliminde ancak farklı aylarda yaşamaktadırlar.

Okuma yazma oranı, kadınlarda yüzde 1’in altında; erkeklerde yüzde 7 civarındadır. Yani toplama vurduğunuzda okuma yazma bilenlerin oranı yüzde 3,5 civarındadır.

48 bin köyün çok azında okul vardır

Toplam 4894 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise bir de üniversite vardır.

Alfabe Arapça olarak okutulmaktadır. Türkçe ses uyumuna uymayan Arapça ile Türkçe yazılmaya çalışılmakta; dilimize uygun olmayan bu yöntemle eğitim, çocukların okuma yazmayı öğrenmesini olumsuz etkilemektedir

… …

Borç batağında boğulmak üzere olan Osmanlı’dan alacaklarını kurtarmak isteyen yabancı devletler ve şirketler Düyun-u Umumiye adı altında oluşturdukları bir yapılanma ile Osmanlı’nın tüm gelirlerine el koymaktadır.

Osmanlı önce ekonomik olarak, sonra siyaseten batmıştır.

Genç Türkiye Cumhuriyeti, yaklaşık 500 milyar dolar tutarındaki bu borçların tümünü üstlenmiş, 1954 yılına kadar da tamamını ödemiştir.

*       *      *

Özetin özeti…

Malum nankör güruhun savladığı gibi Abdülhamit Dönemi yükseliş dönemi değil tam aksine Osmanlı’nın, her alanda tükendiği ve hızla çöküşe geçtiği bir dönemdir.

Tüm Dünya’nın, “Osmanlı’yla birlikte tüm Türk varlığı da yok olacak” gözüyle baktığı bir ortamda; Atatürk ve Silah arkadaşları, insanüstü bir gayretle bu coğrafya üzerinde yepyeni bir devlet kurmuşlardır.

“KEŞKE YUNAN GALİP GELSEYDİ” diyen; Atatürk’e hakareti, Atatürk’ ü yok saymayı, onun izlerini silmeyi görev edinmiş BU ZIR CAHİL NANKÖR GÜRUH, şunu iyi bilmelidir.

Babalarınızın kim olduğunu Atatürk sayesinde biliyorsunuz.

Atatürk sayesinde o koltuklarda oturuyor, Atatürk’ün yaptığı eserleri sata sava sefa sürüyorsunuz

Siz bu coğrafyanın, hayatında hiç kitap okumamış diplomalı / diplomasız cahil cühela taifesini, iftiralarınızla kandırıp arkanıza alabilirsiniz; ancak kadir kıymet bilen, okuduğunu anlayıp, özümseyen yurtsever kitlesini aldatamazsınız.

Dahası ömrünü bu coğrafyanın pek çok cephesinde savaşarak tüketmiş, ömrünü ülkesine adamış, varını yoğunu ülkesine bırakmış, 5000’e yakın kitap okumuş, o yoklukta 6 dil konuşan BU ÜLKENİN KURTARICISI ve KURUCUSU’nu ağzına alan herkes çok dikkatli olmak zorundadır.

Siz de…

Var mı itirazı olan…