Antalya’dayım…

Konuğu olduğum dostumun geniş katılımlı arkadaşlarıyla bir sofra çevresinde sohbet ediyoruz.

Bir ayağı sürekli Japonya’da olduğu söylenen, benim gibi o da o masada konuk olan, yaşça hepimizden büyük hoşsohbet konuk kişi, beslenme uzmanı edasıyla Japonları anlatıyor.

Biliyor musunuz, ya da duydunuz mu; Japonya'daki çocuklara kahvaltıda özellikle yumurta yediriyorlar? diyor.

Soluklanıyor.

Masada oturanları tek tek süzüyor.

Sonra Pek çok şeyimizi belirleyen ve yönlendiren sömürgeci güçler, ne acıdır ki gıda politikamızı da belirliyor.   Her konuda olduğu gibi bu konuda da uyuyoruz.  Çok ama çok önemli bu sorunun kaynağını hiç araştırmıyor, hiç sorup sorgulamıyor, tartışmıyoruz.

Oysa üzerinde durmadığımız bu gıda politikası(!) nedeniyle zihinsel olarak ne yazık ki zinde ve sağlıklı bir gençlik yetiştiremiyoruz. diyor ve ekliyor;

Biliyor musunuz Japonya'da çocuklara 7 yaşından itibaren kahvaltıda özellikle ve özellikle ekmek yedirilmiyor ve günde en az 2 yumurta yediriyorlar.

Her akşam sofrada mutlaka deniz ürünü yani balık kesin oluyor.

Bir şey daha söyleyeyim; Japonya ve Güney Kore'de ceviz ithalatı son 50 yılda yüzde 140 artmış. Japonlar, çocuklarına sürekli ceviz yediriyorlar.

Ve Japonya’da tamamen vitamin ve protein ağırlıklı en fazla iki öğün yemek yeniyor.

… …

Tüm masa susmuş; bunları anlatan bir ayağı Japonya’da olan arkadaşı dinliyoruz.

O garibim de anlattıklarını bir yere, bir şeylere bağlayacak, bağlayamıyor.

Anlatmaya devam ediyor.

1950'lerdeki Alman Devleti'nin gıda politikasını araştırın.

Güney Kore de Japonya'yı örnek almaya başladı.

Bu ülkeler çocuklarına nasıl beslenmesi gerektiğini öğretmekten öte dayatıyor. Dayatmaktan da öte beyin yıkıyor.

Televizyonları, şeker ve ekmeğin beyin hücrelerini öldürdüğünü, beynin gelişimini durdurduğunu anlatıyor.

Deyince; elinde ekmek olanlar ekmeği bırakıyor, bir arkadaş da garsonu çağırıp, masadan ekmekleri almasını istiyor.

Bu davranışlar ve bu istek masadan kahkahaların yükselmesine neden oluyor.

*    *    *

Tam bu sıkıcı, ruh karartıcı konu kapandı, derken bir başka arkadaş alıyor sazı eline.

Adını öğrenemediğim o arkadaş da önce, bir ayağı Japonya’da olan arkadaşa teşekkür ediyor.

Sonra da “Buradan net olarak söylüyorum. Milli gıda politikası olmadan kalkınmamız imkansızdır…” diyor.

Ardından da “Türkiye'de protein bazlı ürünler pahalı iken, karbonhidratlı ürünler neden daha ucuz? En büyük protein bazlı ürün olan kuzu etini Türkiye'de kaç kişi yiyebiliyor? Hayvancılık neden bitirildi?

Asıl milli mesele budur…” deyip, bana dönüyor.

“Bu konuda bir de bankacı konuğumuzun görüşlerini alalım…” diyor.

Belli etmemeye çalışıyorum ama beklemediğim bir anda bana yöneltilen bu soru karşısında panikliyorum.

“Ben yıllardır şekerli gıdalar ve ekmek yemiyorum; ben yemediğim gibi torunlarıma da yedirmiyorum…” diyorum.

Bir anda masada bir gülüşme oluyor.

O an ayırdına varıyorum. Elimde yarısı yenmiş, ekmek dilimi, onu sallayarak konuşuyorum.

Benim bozulduğumu anlayan masada bulunan ev sahiplerinden biri söze giriyor.

Uzun yıllardır ekmekten, hamurdan uzak duruyorum… Geçen gün test ettim; hamurlu yiyecekleri bırakmadan önce okuduğum kitabın bir sayfasını 32 saniyede algılarken; şimdi 20 saniyede algılıyorum…

Japonların neden bu denli zeki, çalışkan ve üretken olduğunu şimdi daha iyi anladım…

Masada deli bir tartışma ve uğultu başlıyor.

Kimi, “Ben tatlı ve hamurlu yiyecekler yemezsem, o gün doymam…” diyor.

Kimi “Bugünden itibaren ekmek ve tatlıyı bırakıyorum. Ama ya alkol? Alkol ne olacak?” diyor.

Kimi “Hamurcuların yüzünden bu durumdayız” diyor.

Kimi “Bizi ekmekçiler perişan ediyor. Bu iktidarı, iktidara taşıyanlar proteinsiz gıdaya mahkûm, ekmekçiler.” diyor.…

Kimi “her alanda başarısız bu iktidarı, ekmekçiler iktidarda tutuyor” diye bağırıyor.

Derken masa, masalıktan; sohbet, sohbetlikten çıkıyor.

… …

Konuğu olduğum dostumun kulağına eğiliyor; “Beni bağışla dostum, ben izin istiyorum…” deyip, sessizce ayrılıyorum masadan…