Kaprislidir Batı Dünyası.

Kendini beğenmiştir.

Bencildir.

Sömürme yanlısıdır.

Zordur, kendini sömürtmeden Batı’yla çalışmak.

Elini verdin mi, kolunu kaptırırsın.

Batı bakar ki, karşısında, her konuda sömürülmeye, kullanılmaya uygun bir toplum var; çöker üstüne, sıkar ümüğünü…

Önce bağımsızlıkla ilgili bağlarını koparır.

Sonra her konuda bağımlı ve muhtaç kılar seni kendisine.

Sonra da ister de ister…

Örnek mi?

Örnek biziz.

Biz ve Amerika.

Yıl 1950.

Menderes İktidarıyla birlikte bir çöktü üstümüze; çöküş, o çöküş…

Sonra?

Sonra başladı bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine.

Önce, “Böyle büyük sanayi hamleleri senin neyine. Kapat uçak fabrikanı, bak ben sana ne uçaklar, ne jetler(!) yapar, veririm.” diye tutturdu!

Uyduk sözüne, büyük sanayi hamlelerimize son verdik.

Sonra?

Sonra “Sen tarım ülkesi olarak kal” dedi, Menderes İktidarına.

Bu telkine de “tamam” dendi.

Bitti mi istekleri?

Elbette bitmedi.

Çıktı bir kez üstümüze, iner mi?

Bu kez de eğitim / öğretimimize el attı.

Köy Enstitüleri gibi eğitim aşısını tutturmuş, köylere kadar girmiş, çok yönlü, örgün ve yaygın eğitim veren kurumlarımızı kapattırdı.

Sonra?

Sonra, “bak bu senin tarımını geliştirmende yardımcı olacak” diye; İsrail’i taktı kolumuza.

Bir girdik, pir girdik İsrail’le kol kola.

O İsrail de, tarımımızı kendi güdümüne almak için; bu coğrafyanın kadim tohumlarının genlerini bozdu, kendi vereceği tohum ve tarımsal ilaçlara muhtaç etti bizi.

Sonra?

Sonra, o Amerika, bilimle bağlarımızı koparmak için; aklımızı dinle bozmamızı sağladı.

“Sen bölgenin dini lideri ol.” diyerek; bir başka senaryosunun parçası yaptı bizi.

Bolca, Fetullah ve Fetullah benzeri tarikat ve cemaatleri boca etti ülkemize ki; dinden başka bir şey düşünemeyelim.

Ülkemiz içindeki yerli işbirlikçilerinin de sayesinde bu senaryosu da tuttu; dinle yatıp, dinle kalmaya başladık.

Eğitimi, öğretimi, büyümeyi, kalkınmayı, uygarlığı dışlayıp; tığ teber kaldık.

Ve şimdi bu durumdayız.

Batı dünyası, Ay’a gider, uzayda koloniler kurma çalışması yaparken; biz hâlâ kadının saçıyla, başıyla, kıçıyla uğraşıyoruz.

Üretimimiz, tüketimimizi karşılamadığı için hemen her konuda Batı’ya el avuç açar durumdayız.

Aşı üretip, aşı ihraç ederken; bugün Batı’dan ve de Doğu’dan yalvar yakar aşı bekliyoruz.

Eğitim, öğretim umurumuzda değil.

Kendimizin ya da çocuklarımızın aldığı kıytırık eğitimi(!), eğitim sanıyoruz.

Oysa bu eğitim sistemiyle, ancak çapsız adamlar yetişiyor, ayırdında değiliz.

Üniversitelerimizi, devlet kurumlarımızı, kentlerimizi ve devletimizi bu okullarımızdan yetişen çapsız adamlarla yönetiyoruz.

Üniversitelerimizi, dekan demek için, profesör demek için bin tanık isteyen, bilim yoksunu adamlarla yönetiyoruz.

* * *

Bütün bunlardan sonra, düşüyor mu sömürgeci bu güç yakamızdan?

Elbet düşmüyor.

Bu aşamada da; dilimize sarıyor.

Diyor ki…

“…Bana yetişmen, bana ulaşman için önce dilini değiştirmelisin.

Benim dilim, anadilin olmalı. .

Üniversitelerinde, liselerinde, orta öğretim kurumlarında, hatta ve hatta anaokulu ve kreşlerinde bile benim dilimle eğitim yapmalısın.

Kendini, global dünyanın bir parçası olarak hissetmek istiyorsan, beni öykünmelisin. Bana özenmeli, bana imrenmelisin.

Benimle yatmalı, benimle kalkmalı, benim gibi olmak için çırpınmalısın.

Bütün bunlar için de önce dilini yok etmeli, benim dilimi kullanmalısın.

Siz hangi mantıkla, hangi düşünceyle; bizim teknolojimizi, bizim bilimimizi, kendi banal dilinize çevirmeye kalkıyorsunuz?

Ayrıca çeviriyorsunuz da ne oluyor?

“Computer” demek dururken, ne demek “bilgisayar”!?... “E.mail” demek dururken, ne demek “elmek”!?... “İnternet” demek dururken, ne demek “genelağ” ya da “örütbağ”!?...

Komik oluyorsunuz komik!...

Bırakın sözcükleri; harfleri bile bizim istediğimiz gibi okumalısınız.

Televizyonunuzun adı ne? NTV...

Nasıl okuyacaksınız? “En - ti - vi”…

Bankanızın adı ne? HSBC...

Nasıl okuyacaksınız? “Eyç - es – bi - si”...

İşte böyle..

Böyle böyle batılılaşacaksınız... Böyle böyle Europe’lı olacaksınız...

Yok öyle UEFA’yı, FİFA’yı kendi harflerinizin sesinde okumak. UEFA’yı “ju – i – ef - ei” diye, FİFA’yı “ef – ai – ef - ei” diye okuyacaksınız...

İyi bir turizmci olmak istiyorsanız; tüm işyerinizin, tüm otellerinizin, bakkallarınızın, çakkallarınızın, barlarınızın, pavyonlarınızın, restaurantlarınızın, cafelerinizin adlarını benim dilimde koymalı, benim harflerimle seslendirmelisiniz.

Hatta sokaklarınızın, caddelerinizin, mahallelerinizin adlarını da... Hatta ve hatta oturduğunuz sitelerin ve apartmanların adlarını da... Hatta ve hatta bize sunduğunuz yiyeceklerinizin, içeceklerinizin adlarını da...

Bizi daha fazla uğraştırmadan, daha sert tedbirler almaya mecbur etmeden, kendiliğinizden asimile olun. Bunun için de şu Allah’ın belası dilinizi unutun artık.

Bakın radyolarınız ne zamandır, “gooooood morning Türkiyeeeee!...” diye açılıyor ama, siz hâlâ uyanmıyorsunuz be kardeşim!..

Batılılaş artık batılılaş!...”

* * *

Evet Batılı Şeytan ve onların yetiştirdiği içimizdeki şeytanlar böyle diyor.

!!??...

Ben mi?

Ben mi ne diyorum?

“Ülkem üzerinde art düşünceleri olan Batı’nın da, Doğu’nun da, Kuzey’in de, Güney’in de; onların dillerinin de kendilerinin de canı cehenneme…

Kendi dilim var benim.

Ses Bayrağım Türkçem var.

Önce kendi dilim.

Sonra elbet onların da dilleri… Elbette yurdum insanı çok dil bilmeli, olabildiğince çok dil konuşmalı.

Ama ülkemin her yerinde sadece ve sadece Türkçe konuşulmalı.

Kurumlarımızın, işyerlerimizin, otellerimizin, eğlence yerlerimizin adı mutlaka Türkçe olmalı.

Türkçe olmalı ki, o yabancı, ülkesine döndüğünde, hiç değilse aklında bir iki Türkçe sözcük kalsın…