Karpuzcu “Kan kırmızı, gel hemşerim, gel!” diye bağırıyor. Karpuzcuya yaklaşıyorlar. “Fiyatı önemli değil, bir hayli karpuz alacağız” diyorlar. Karpuzcu, “Siz beğeneceksiniz, kes diyeceksiniz, keseceğim. Ham çıkarsa iadesi mümkün. Eve gitmiş olsa bile. Yalnız, karpuzları sıkmak yok. Karpuzları ben seçersem sorun yok. Siz seçecekseniz şuna dikkat edin, elinize aldığınız karpuz çok hafifse içi boştur. Çok ağırsa yine bırak. Vurduğun zaman pot pot derse yine alma. Tik tik atıyorsa, orta hafiflikte ise, avucunu karpuzun dışına vur. İyi ise ben ben diye ses çıkarır, onu al. Bu usulün yanılma şansı çok azdır. Buyurun bakın” der.

Hükümdar, bu kez nedimine bırakmayıp kendisi seçer. Eline bir karpuz alıp sıkar, bu ham deyip bırakır. İkinci, üçüncüsünü de bacaklarının arasına alıp sıkar, bırakır. Dördüncü karpuz bacağının arasına sığmaz. Karpuzcu yan gözle bu olayı izlemektedir. Karpuzları sıkmayın diye önemle tembih ettiği halde sıkıyorlar. Karpuzcu birden celallenir, öfkesi başına vurmuş halde karpuzları sıkıp sıkıp bırakan hükümdarın karşısına dikilir.

-“Bana bak, bana” der, “Şu iki yumruklarımla omuzlarına çökersem seni yere mıhlarım, bacaklarını semaya diker, gündüzleyin yıldızları saydırırım sana haa. Dikkat et, ben ne kasabım ve ne de çömlekçiyim. Ben çuhacı bir karpuzcuyum. Eti doğrattıracaksınız, almayacaksınız. Çömlekleri kıracak, parasını vermeyeceksiniz. Hak denen bir hakikat var. Bu hareketler size yakışır mı, ödeyin şu sıkıp bıraktığınız karpuzların parasını...”

Karpuzların parasını ödeyip oradan ayrılırlar.

Nedimi padişaha sorar: “Hangileri üstün?” Padişah “kasap ve çömlekçi” olmalı, deyince, nedimesi “Hayır, manifaturacı ile karpuzcu üstün. Çünkü ellerinde şeriat ölçüsü var. Hukuk düzenini takip ediyorlar. Kasap ve çömlekçi vahdet, manevi aleme dalmışlar, ölçüyü unutmuşlar. Ticarette aldatmak kadar aldanmak da, hakkını korumamak da haramdır. ‘La darara vela dırar’ yani, ölçü şudur. Ne aldatmak, ne de aldanmak yoktur. Adalet vardır. Bir memlekette hak hukuk ve adalet varsa huzur da vardır. Adalet olmayan yerde zulüm, zulmün olduğu yerde huzursuzluk hakimdir. Ey hükümdarım, ortalığın huzuru halkın adaletle yönetilmesi, kanunlara uyulması ile sağlanır. Yoksa aşırı şiddet ve disiplin haksızlığı önleyemez. Dürüst insanlardan oluşan tebayı -halk- zalim hükümdar değiştiremez. Ancak kendisi değişir. Böyle adil, dürüst bir halkınız olduğuna şükretmelisiniz hakanım” der.

Hikaye: 4

ZULÜM CEZASIZ KALMAZ, ERTELENSE DE AHİRETE KALMAZ

Zulüm, malumunuz olduğu gibi, adaletin zıddı olan haksızlığın, adaletsizliğin adıdır. Zalim, zulmünün yaptığı kötülüğün cezasını ahiretteki cezası hariç olmak üzere daha dünyada iken çeker. Belki geç olur ama asla yok olmaz. Bir gün gelir lanet halkası zalimin boynuna geçer. Tarihe kısa bir göz atarsanız, bunun böyle olduğunu hemen görürsünüz.

İslam tarihinde Hz. Nuh’a yapılan zulüm, tufanla ödettirilmiştir. Hz. İbrahim’i ateşe atan Nemrut topal bir sineğin beynine girmesi ile elem ve ızdırapla can vermiştir. Firavun suda boğulup, Karun’u yer yutmuş, homoseksüel bir millet olan Lut kavmini Lut gölü yutmuştur. Adamlar taş olmuştur. Hz. Muhammed SAV.e zulmedenler bu dünyada ettiklerinin cezasını tek tek çekmeden ölmemişlerdir. Unutmayalım ki, “Hak kulundan intikamını yine halk ile alır. Bilmeyen ilmi ledunni onu kul yaptı sanır.” “Ulu Allah insanların kötülüklerini diğer insanlar ile savar (bu bir sebeptir.) Eğer böyle olmasaydı yeryüzü fesada giderdi. Bakara, 251. ayet.

(SÜRECEK)