Ümmi Sinan, sohbet koyulaşınca, Şeyhülislam’a;

-Üstadım, mutlaka bilginin üstünde bilgi, alimin üstünde daha alimler vardır. Hiç kimseyi hor ve hakir göremeyiz. Malumunuzdur ki yüce Allah, meleklerine hitaben, Adem’in yaratılışı ile ilgili olarak melekler Adem’i yaratma dediğinde, siz benim bildiğimi bilemezsiniz, deyip Adem’i yaratınca, meleklere Adem’e secde emri verildi. Adem’e bütün bilgiler öğretildi. Adem’in bildiklerini melekler bilemedi. Bakara Suresi’nin 30-31-32... ayetlerinde bu husus anlatılır ve unutmayınız ki efendim, “ve fevga külle zi ilmin alim (Yusuf Suresi 76. ayet, sh. 243) yüce Allah “Biz kimi dilersek onun derecesini yüceltir, ilimde yükseğe çıkarırız. Zira her ilmin üstünde daha üstün bilgi, her bilginin alimin üstünde daha alim, bilen birisi vardır” buyurur. Aralarında uzun ilmi mübahaseler olmuş, manevi yönden tam olgunlaşamayan Şeyhülislam bir ara hiddete kapılmış. Ağzından şu cümle çıkıvermiş.

-Ey hoca, senin cenaze namazını bir papaz kıldırsın, diye espri yapmış. Bunun üzerine Ümmi Sinan, Şeyhülislam’a hitaben;

-Ona hiç şüphe yok. İnanıyorum ki, benim cenaze namazımı bir papaz kıldıracaktır, deyivermiş, gülüşmüşler, ama bir gerçeği de ifade etmişler. Böylece dost olarak Ümmi Sinan ve Şeyhülislam şakalaşarak ayrılmışlar.

Aradan zaman geçmiş. Emri hak vaki olmuş. Ümmi Sinan vefat etmiş. Cenazesini camiye getirip musallaya koymuşlar.

O gün de saraydan bir sultan ana vefat etmiş. Onun cenazesini de aynı camiye getirmiş, musallaya koymuşlar.

Osmanlı’da örf ve adet şu imiş ki; sutanların cenaze namazlarını genelde en büyük ilmi makamı olan Şeyhülislam kıldırırmış. Vakit namazından sonra sıra cenazelerin namazına sıra gelmiş. Malum ya, usulen önce erkeklerin, sonra kadınların cenaze namazları kıldırılır. Şeyhülislam, sultan ananın namazı için gelmiş. Ama orada bir erkek cenazesi var. Önce onun cenazesi kılınacak. Şeyhülislam, kim olduğunu sormadan -zaten sorulmaz- önce erkek Ümmi Sinan’ın cenaze namazını, sonra da sultan ananın namazını kıldırmış. Şeyhülislam efendi, sonra merak etmiş. Orada cami görevlilerine bu erkek cenazesi kim idi acaba deyince, O Ümmi Sinan’dı demişler. O zaman Şeyhülislam şöyle demiş:

-Hey koca adam, hey. En nihayet bizi papaz da yaptın. (Hani demişti ya Şeyhülislam; senin namazını papaz kıldırsın. Ümmi Sinan da evet, isabet buyurdunuz, benim cenaze namazımı bir papaz kıldıracak, demişti. Böylece Ümmi Sinan’ın kerameti ortaya çıkmıştı.) Öyle gittin, kıymetini bilemedik. Sizi takdir edemedik, diyerek Ümmi Sinan’ın arkasından ağlayarak gözyaşlarını tutamamış, Fatiha ve dua ile yad etmiş.

Şimdi bu (hikayede) olayda, anlatılmak istenen, verilmek istenen mesaj; Hiç kimse, kimseyi hor görmemeli, el elden üstündür, unutulmamalı kibire, gurura kapılıp... Mahkeme kapısı kadıya mülk değildir. Mülkün asıl sahibi Hz. Allah’tır. Kesin bilinmeli, değerlerin ve değerli, yararlı insanların kıymeti ölmeden önce bilinip takdir edilmeli. En büyük Allah cc. Hazretleridir. Hatırdan çıkarılmamalı, hiç kimse için peşin hükümlü olmamalı, yargısız infaz yapılmamalıdır. “Köroğlu gözün kör olsun, el diyor da ben de diyorum” asla dememeliyiz. Bedava boşuna günaha girmemeliyiz, diyorum.

KADERİMİZ BİZE NİÇİN BİLDİRİLMEDİ?

Kaza ve kader; gayp aleminden bilinmeyenlerdendir. Gayba iman dolayısıyle kadere iman İslam’da esastır. Çünkü bu alem sadece bilinenlerden ibaret değildir. Belki de bilinenler, bilinmeyenler, bilinenlere göre belki binde bir bile değildir. Eskiden bilinmeyen yüzlerce olay bugün bilinir hale gelmiştir. Özellikle teknolojik gelişmeler kader sınırlarını zorlamakta, iletişim alanında akıllara durgunluk veren ilerlemeler olmaktadır. Fakat herşeye rağmen eskilerin bir deyimi vardır. “Mevcudat, meşhudattan ibaret değildir” derler. Yani, kainat sadece görünen ve bilinenlerden ibaret değildir demektir. İşte kader olayı da inanılması zorunlu olan bilinmeyen ve görünmeyen olaylardandır. Peki kader kısa ve öz olarak sözlük anlamı ile; takdiri ilahi, Allah’ın takdiri. İslami anlamı ise; ulu Allah’ın kulunun bir ömür boyu eylem ve işlemlerini ezeli ervahtan beri bilir -olması olacak ve işlenecek bir olayı- kulun işleyeceği için takdir edip yazmasıdır. Ulu Allah kulun iyi ve kötü hallerini bildiği için yazılıyor. Olay Allah yazdığı için değil, olacağı için yazılıyor. Eğer Allah yazdığı için olaylar olsaydı, bütün günahlardan kul sorumlu olmazdı. Çünkü kul Allah böyle istedi ben de yaptım der ki, bu muhaldir. Yani şer’an ve aklen caiz değildir.

(SÜRECEK)