Sehpa ama hangi sehpa?

Çorum 20. yüzyılı uğurlarken dönemin Ulu Cami İmam ve Hatibi Recep Camcı Hocamız öndeliğinde kurulan tasavvuf musikisi topluluğu şehrin müzik hayatını zenginleştiren bir olgu olarak yerini almıştır.
Verilen konserler yoğun bir ilgiyle karşılanmış, tiyatrocu deyimiyle adeta “kapı pencere kırdırmıştır”.
Merkezde başlayan konserler ilçelerde günlük turneler yaparken Samsun’da verilen iki konser ile topluluğun etki alanı komşu illere kadar uzanmıştır.
Kargı İlçesi’ne gittiğimizde, verilecek ilk tasavvuf müziği konseri olduğunu duymak bizi ziyadesiyle heyecanlandırmıştı.
Kargı’ya iner inmez sahne düzeninden sorumlu olduğum için konser verilecek yeri görmek istedim. Eski bir sinemaydı konser vereceğimiz yer.
Sazlar için gerekli iskemlelerin sayısını yetkiliye iletirken saz arkadaşlarından biri gelerek, “Hocam ayaklık da lazım…” dedi. Sanki aklımdan geçeni okumuştu. Salonda kocaman bir soba dikkatimi çekmişti. Bir de sobanın hemen yanına yığılmış odunlar…
“Ayaklıklarımızı buldum!” diyerek odun yığınına yöneldim. Ortadan yarılmış bir odunu kendime ayaklık olarak aldıktan sonra, arkadaşlara seslendim. “Ayaklık isteyenler buradan seçsin…”
Sıra nota sehpası eksiğimize gelmişti. Bizimle gelen yetkiliye nota sehpası ihtiyacımızı ilettim. “Bizde öyle bir şey yok…” diyerek kestirip attı. Ben de “Kargı’ya girerken “Çok Amaçlı” bir lisenin önünden geçtik. Orada vardır, lütfen birkaç tane nota sehpalarını getirtir misiniz?” dedim.
Sahne düzenimizi kurduktan sonra çay içmek için arkadaşlarla salondan çıktık.
Konser saati yaklaştığında salona geldiğimizde nota sehpaları hâlâ gelmemişti. Konser başlamak üzereydi ki yetkili kan ter içinde elinde evlerde kullanılan kocaman bir sehpa ile salona girdi. Sahneyi işaret ettim. Sehpayı sahnenin ortasına bırakıp gitti.
Nota sehpası isteğimizin Çok Amaçlı Lise’ye gidene kadar “nota”sı düşmüş “sehpa”sı kalmıştı.
“Arkadaşlar biz bununla ne yapacağız?” diye söylenirlerken “Nota dosyalarınızı sehpaya koyun ve konseri çalıp bitirelim. Yapılacak tek şey bu…” dedim ve kanunumu alarak sahneye çıktım.
KENDİ CENAZE CEMAATİNİ GÖRMEK…
Şehrin saygın hocalarından birinin oğlu ile eskiden yeniden sohbet ederken “Abi”, dedi “Kendi cenaze cemaatimi gördüm!”…
Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı, “Ne yani”, dedim, “Gidip geldin mi öbür tarafa?”
Gülümsedi ve anlatmaya başladı.
Öğle paydosuna doğru Özel Kalem Müdürü’nün eşi aramış, “Anonsu duydun mu Hoca Efendi’nin oğlu ölmüş?” demiş.
Müdür bir an susup, “Duymadım”, demiş “Burada şehrin gürültüsü var. Aşağı iner bakarım.”
“Biliyorsun abi” dedi Hoca’nın oğlu, “Benim servis Özel Kalem’in altında…”
Kimselere bir şey demeyen Özel Kalem Müdürü usulca aşağı inip bakmış. Masası boş… “Eyvah demiş…” içinden “Haber doğru galiba…”
“Aksiliğe bak abi” dedi Hoca’nın oğlu, “Ben de tam o anda lavaboya gitmişim. Olan bitenden haberim yok… Öğlen yemek için eve gittiğimde kapıda biriken kalabalığı gördüm. ‘Hayırdır?’ diye sorduğumda biriken kalabalık hortlak gürmüş gibi bakmaya başladı. O anda derin bir sessizlik oldu…
Kapıyı çaldım… Ev cenaze evine dönmüş… Anonsu duyan baldız düşüp bayılmış. Bacanak koşup Devlet Hastanesi’ne, morga haber almaya gitmiş. Beni görünce ev bir anda bayram yerine döndü. Ama başta da dedim ya, kendi cenaze cemaatimi görmüş oldum. Bayağı kalabalıktı…”
Hoca Efendi’nin şehir dışında olduğunu bilen muzır birileri oğluna bu garip şakayı (!) yapmışlar. Şakanın böylesi zor görülür doğrusu…