Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı yaşanırken Çorum’a entegre Alman kökenli Yahudiler gelmiş. Bunlar Hitler’den kaçan insanlardı. Yahudi ve Alman olmadığı halde Hitlerin zulmünden kaçarak Çorum’a gelenlerin arasında TRAUGOTT FUCHS da bulunuyor.

Sonradan hocaların hocası olarak isimlendirilen üstat, Boğaziçi Üniversitesi’nde uzun yıllar görev yapmış Türkiye’den ayrılmamış hatta mezarının İstanbul'da olmasını vasiyet etmiştir.

Traugott Fuchs, Çorum’da kaldığı iki yıl boyunca çoğunluğu yöresel görüntülerden oluşan 38 tablo yapmış. Fotoğrafını gördüğünüz bu tablo ise kendisine ait 38 çalışmadan biridir.

O resmi seçip üzerinde duruşumun nedeni caminin şadırvanı olmasına rağmen, ortada görülen çeşmedir.

Çorum’un çeşme klasiği olan bu küçük yapıların hepsinde, çeşmeyi kullananları koruyacak kadar küçük çatı olması ve suyun içine aktığı muhteşem blok taştan oyma yalak (O zamanlar Çorum’da oluk deniyordu) ve iki yanında uyum sağlayan küp şeklinde blok taşların oluşudur. Bunların üzerine su kapları konulup, kaplardan bir tanesi akan suyun önünde dolarken diğeri bekletilirdi. Ayrıca, yıkanmış büyük ebatlı çamaşırlarını bu blok taşların üzerinde tokaçlayanlar bile olurdu. Bu çeşmelerden günümüze ulaşabilmiş bir örnek bile maalesef kalmadı.

Tokat’a 200 sene kadar önce gelmiş bir gezgin; benim de yağmurdan sonra doğan güneşin altında pırıl pırıl görünen ve hayranlıkla baktığım kaldırımların güzelliğini ülkesine döndüğünde anlatmış, hatta kaleme bile almış ama, biz onları asfaltlayarak ne yazık ki yok ettik.

Buna kadir bilmezlik mi demeli yada başka ne demeli bilmiyorum, ama çok zararlı. Özel tarihi yok ediyor.

Bize resim öğretmenliği yapan Reşat Eroğlu yaşayıp Belediye Başkanlığı yapsaydı; o çeşmeler günümüze ulaşırdı gibi düşünürüm.

dersi bizler için çok önemliydi. Bu önem öğretmenimizin kişiliğinden kaynaklanıyordu. Öğretmenimizin mesleğini önemsemesi ve disiplinli bir kişiliğe sahip oluşu okulda iyi öğrencilerin yetişmesini sağlamıştır.

17 Ekim 2017 günü Prof. Dr. Duran Leblebici ve eşi öğretim görevlisi Yıldız Leblebici için, TMMOB Elektrik mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından saygı buluşması etkinliği düzenlemiş. Duran hoca o toplantıda yaptığı konuşmada Resim öğretmenimiz Reşat Eroğlu’nu anmadan geçmiyor.

Duran Hoca’nın toplantıda yaptığı konuşmanın konuyu daha iyi anlattığını düşünüyor ve sunuyorum:

öyle geliyor ki ortaokul çağı, insanların kişiliğinin, kimliğinin, heveslerinin, hayallerinin oluştuğu çok önemli bir dönem. Ben böyle düşündüğümde, ortaokul yıllarında beni çok etkilemiş olan üç hocanın beni nasıl etkilediklerini, ne yönde etkilediklerini anladığım kadarıyla ifade etmeye çalışarak devam edeceğim.

ortaokulu 1800'lü yılların ortasında kurulmuş; geçmişi, geleneği olan, çok iyi laboratuar alt yapısı olan, tabiatıyla, kıdemli tecrübeli öğretmenleri olan bir ortaokuldu ve bu öğretmenlerden Mahmut Ertem de bizim Fizik, Kimya, Biyoloji derslerimize gelirdi. Mahmut Bey'in özellikle fizik derslerinde bana ilham ettiği şey, merak etmek ve merakımı tatmin etme yollarını bulma dürtüsü oldu ve bu benim mühendislik hayatımın her aşamasında bazen hatırlayarak bazen hatırlamadan, değerlendirdiğim miras oldu.

Matematik öğretmenimiz Cudi Ege, olağanüstü karizmatik bir hocaydı; yani sınıfı böyle avucunun içine alır ve söylediklerine iman ettirecek kadar öğrencisini etkilerdi. Cudi Bey'in bana verdiğinin de matematiğin berraklığını hissettirmesi ve bunun devamı olarak berrak düşünmenin önemini fark etmeme yardımcı oldu.

Birde, alakasız gelebilir resim öğretmenimiz Reşat Eroğlu... Reşat Bey’inde bir taraftan estetik, bir taraftan presizyon duygularımın gelişmesinde çok büyük katkısı olduğunu hatırlayarak, hepsini ve bütün diğer hocalarımı minnetle anıyorum.” diyor.

Eline, kalemine, diline ve yüreğine sağlık. Hepsine katılıyorum ama Reşat Bey'in hepimizi etkilediğini düşünüyorum, “Alakasız Gelmedi” yani.

Sık sık çeşme resmi çizdirişi, evde de kıyıda köşede kalmış çevre (feslerin kenarına sarılan sargı)'leri toplatıp, onların üzerinde bulunan motifleri işletmesi sanki kaybolup gitmelerine engel olma çabası idi. Günümüzde hiç biri kalmadı. Bu arada okulun özel resim atölyesi olduğunu da yazmam gerektiğini düşünüyorum.

Ayrıca, küçük bir vitrinde her hafta öğrencilerin yaptığı seçme resimler sergilenirdi. Reşat Bey başka yere tayin oldu. Aynı öğrenciler okuldaydı ama vitrin boş kaldı.

* * *

Yazımız bitti ama insanın aklına ister istemez; Yahya Kemal geliyor. Ne demiş üstat:

“Üstat elinde serteser ahenk olur lisan,

Mızraba ses verir kelimatıyla tel gibi...”

Sadece sanat değeri olan, öğrencilerin fazla önemsemediği resim dersinin öğretmeni; Türkiye’nin ünlü elektrik profesörüne aradan geçen yetmiş seneye rağmen, “Etkileyici örnek öğretmen” olarak kendisini anmasına vesile olabiliyor.

“Üstatlık” bu olsa gerek. İnsanların mesleğini severek yapması, önemsemesi çok önemli diye düşünüyorum.

En güzel günler sizlerin olsun.