Gazeteci Yavuz Donat, Hakkâri gezisiyle ilgili anılarını anlatıyor;

“...Hakkâri Polis Evi’nin Bahçesinde Vali Bey ve kentin ileri gelenleri ile birlikteyiz.

çocuk sayısından açılıyor. ‘Şunun şu kadar, bunun bu kadar çocuğu var’ derken...

‘Size Mehmet Adıyaman’ı anlatalım’ diyorlar, başlıyorlar anlatmaya.

Adamın 4 eşi, 40 çocuğu var.

Bir gün, çoluğu çocuğu Belen Yaylası’na, pikniğe götürecek; kamyonu evin önüne çekiyor...

Çocukları kucaklayıp, kucaklayıp kamyonun arkasına atıyor.

Tam gidecekleri sırada, dışarıda kalan bir çocuk; ‘beni de al’ diye ağlamaya başlıyor.

Mehmet Adıyaman onu, komşusunun çocuğu sanıyor: ‘Yavrum, bizimkileri zor yükledim... Bak kamyonda yer kalmadı.’

Çocuğun ağlaması, hıçkırığa dönüşüyor: ‘Buba... Ben de senin çocugunem!...”

* * *

Kızımın kahkahalar atarak bana gösterdiği bu yazıya; ben onun gibi gülemedim...

Sinirlerim bozuldu, yanımda genç bir kız var demedim sövdüm, saydım...

Düşünebiliyor musunuz, 40 tane çocuk....

Evin içi vıgır vıgır çocuk kaynıyor...

Evde insan vasfını yitirmiş dört kadın, tam mesai çalışıyor... Onların işi çocuk yapmak...

Sanmayın ki bu özel bir durum, ayral (istisnai) bir örnek...

Bu tür çocuk fabrikatörleri(!) Anadolu’da o kadar çok ki...

Bu çocuk fabrikatörlerinin(!) tümü, çocuklarını tanımaz, isimlerini karıştırır ya da hiç bilmez...

Sonra da geri zekâlılıklarını pişkinliğe vururlar; “valloh babo, o gadar çoktirler ki gariştiriyem...”

Bir zamanlar, yine bu fabrikatöre(!) benzer bir başka potanak, karılarını yanına alır, sık sık ulusal televizyonlarda boy gösterirdi. İğrenç altın dişlerini göstere göstere, bıyıklarını bura bura; “... benim gariler bene tapiyler... bene gece gündüz çoçiğ yapıyler...” der, hepsi birbirinden iğrenç, doğurmaktan deforme olmuş, obez eşleriyle birlikte koro halinde gülerlerdi...

Onları izlerken, midem bulanırdı...

Hiç üşenmez, her programın sonunda, program yapımcılarına; “topluma güzel(!) örnekler sergiledikleri için” örütbağ (internet) kanalıyla onlara, teşekkürlerimi(!) sunardım.

Çok şükür, şimdilerde böyle iğrenç yaratıkları televizyonlara çıkarmıyorlar artık.

* * *

Bütün bunları şunun için yazdım, şunun için anlattım.

Ülkemizin bir bölümü bahar bahçe ama çok daha büyük bölümü de zemheri kış durumunda…

İnsanlarımızın büyük bölümü sıkıntılı, işsiz ve de açlık sınırında... Geçtiğimiz Cuma, Cuma Pazarında, yaşlı bir hanımın, tane hesabı salatalık aldığına tanık oldum.

İnsanlarımız çaresiz...

Uyuşturucu ve tiner bağımlısı sokak çocuklarımızın sayısı gün be gün artıyor.

Çok sık dillendiriyor, çok sık yazıyorum.

Biz, öğretim düzeyi, “ortalama 3,5 öğretim yılı” olan bir öğretim ve kültür düzeyine sahip bir ülkenin bireyleriyiz.

Öğretim değil de “eğitim” baz alınırsa; “ortalama eğitim düzeyimiz, bu üç buçuk yıllıkçık öğretim düzeyimizin de altında”…

Ülke olarak yaşadığımız sıkıntıların temelinde yatan denetimsiz ve hesapsız bir biçimde artan nüfus artışımızın nedeni de; bu zaten…

Yani, “eğitim ve kültürümüzün bu kadarcık” olması.

Altyapımız yetersiz...

Ekonomimiz yetersiz...

Bilgimiz ve becerimiz yetersiz…

Yeteneklerimiz sınırlı...

Var olan kaynağı, bilgiyi, beceriyi, yeteneği de kullanmaktan aciziz...

Geleceğimiz bilinmeyenlerle dolu...

Ama bütün bu yokluğa ve bilinmeyenlere karşın insanlarımız, hâlâ kediler, köpekler gibi gunnamaktan (*), geri durmuyor.

Üstüne üstlük iktidarın başındaki zat da her konuşmasında, sağ elini kepçeleyip; "Allah ne verdiyse doğurun /doğurtun...” diye teşvike devam ediyor. (Sanki mevcut nüfusun hakkını vermiş, hakkından gelmiş gibi)

Öyle bir durumdayız ki; doğanlar, doğduğuna doğacağına bin pişman…

Oysa bu durum; doğurup, doğurtanların umurlarında bile değil, akılları fikirleri şeylerinde, sadece gunnuyor, gunnatıyorlar...

Aç, işsiz ve umutsuz insanlar, bir rüzgârın önünde oradan oraya savrulup gidiyor.

Üstelik bilumum felaketleri de peşlerinden sürükleyerek...

Kimse dillendirmiyor ama tüm sorunlarımızın temelinde “denetim dışı nüfus artışı” yatıyor.

Artık bu nüfus artışına, birilerinin dur demesi gerekiyor.

fırsatta yazıyorum; 1 Şubat 2021 tarihinde yine yazdım. Hani şu aptalca gerekçelerle kapatılan KÖY ENSTİTÜLERİMİZ vardı ya; o enstitüler kapatılmasaydı; böyle kediler köpekler gibi gunnamaz; gunnamamızı teşvik edenleri de iplemezdik.

(*) Gunnama; Halk dilinde (daha çok hayvanların üremesiyle ilgili) üreme, doğurma, çoğalma