“…Osmanlı’nın yıkılış acısını, en çok asker çekmişti…
Katliamları, perişanlığı, kaybettiğimiz topraklara gömülen yüz binlerce Anadolu çocuğunu, onlar görmüş, onlar yaşamıştı çünkü…
Yürekleri yana yana, çaresizlik içinde seyretmişlerdi olanı biteni.
Gördüğü manzara karşısında, beylik tabancasını çekip, kendi beynini dağıtan komutanlar oldu.
Bir yandan açlığı, sefaleti, geri çekilmeyi; bir yandan da ihaneti, arkadan hançerlenmeleri yaşadılar.
Bu subaylardan birisi de Mustafa Kemal’di. Suriye cephesinden çekilişimizin acılarını, etinde, kemiğinde hissetmişti.
Bu yüzdendir ki; Cumhuriyet’in kurucu felsefesinde; ‘Ortadoğu’ya bulaşmamak’ gibi bir düşünce, temel kurala dönüştürülmüştü.
Yeni kurulan bu ülke, (Osmanlı’nın son 200 yıldır uğraştığı gibi) yüzünü Batı’ya çevirecek, Batı’nın bir parçası olacak ve Ortadoğu’nun kanlı bataklığına uzak duracaktı.
Bu nedenle Atatürk, Dışişleri Bakanlığı’na ya da müsteşarlığına atanan her kişiyi, köşke davet eder; deneyimlerini aktarır, bu kuralı anımsatır, konun önemini ısrarla, ısrarla, ısrarla vurgulardı…
“Aman… aman Ortadoğu’ya bulaşmayın…”
* * *
Gerçekten de bulaşmadık ve Batı’ya doğru yelken açarak Ortadoğu’dan giderek uzaklaştık.
Cumhuriyet kuşakları, Ortadoğu’yu bilmeden, tanımadan yetiştiler.
Çünkü orası, çocukların oynamasına yasak edilen; kör kuyularla, yılanlarla, akreplerle, çıyanlarla… dolu tehlikeli bir arka bahçe gibiydi.
* * *
Sonra gün geldi; “Ortadoğu’ya dönüşü şiddetle arzulayan” bir iktidarla tanıştı Türkiye.
Bu iktidar, yıkılış, yenilgi ve Ortadoğu’dan geri çekiliş döneminin acılarını, çöllerde akıtılan kanı bilmiyor, bilmezden geliyor; yüzyıllar öncesinin Osmanlı saltanatını yeniden kurma rüyaları görüyordu.
Pek çok konuda olduğu gibi Ortadoğu konusunda da bu mantıkla; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, ters yüz edildi.
Son yıllarda dozu giderek artan ego patlamalarıyla, kendimizi Ortadoğu’nun ve İslam âleminin lideri ilan ediverdik…”
* * *
Yukarıdaki satırlar, büyük usta Zülfü Livaneli’ye ait.
Aynı konuyu, benzeri düşüncelerle, defalarca ben de kaleme aldım, almaya da devam ediyorum.
Her yazımın ardından, aynı çevrenin ürünü beyinlerden; “…O dedikleriniz dünde kaldı… O günler için bile doğruluğu tartışılır bu düşüncelerle, felaket tellallığı yapmayın…” gibi, tepkiler alıyorum.
Bu tepkileri dillendiren ve yönlendiren çıkar odaklarının kimler olduğunu, ağızlarına çalınan ne tür ballar(!) karşılığı bunları yaptıklarını bildiğim için, gülüp geçiyorum bu tepkilere…
* * *
Israrla, ısrarla, ısrarla söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim; Ortadoğu, lanetli bir bataklıktır. Bu ülkeyi Ortadoğu Bataklığına sürükleyenleri, tarih affetmeyecektir.
* * *
Dışişleri Bakanı Hayalperest Ahmet Davutoğlu; her fırsatta, “Birileri Ortadoğu’ya ‘bataklık’ diyor. Biz onlara bataklık dedirtmeyeceğiz...” diyor.
Bu görüşünü(!) her dillendirdiğinde de o bataklığa biraz daha batıyor, farkında değil.
Bu bataklığın, giderek herkesi içine almasında, kendisinin ve AKP iktidarının büyük vebali var.
Hayal içinde yüzüyorlar Başbakanıyla birlikte.
Geçenlerde bir toplantıda; kargaların bile güleceği bir edebiyat(!) yaptı; “Bu topraklar üzerinde, hak iddia etme hakkımız vardır…” demeye getirdi.
* * *
Nereden alıyorsunuz bu hakkı?
Efendim bu topraklar, bir zamanlar atamız Osmanlı’nındı.
Böyle bir mantık olabilir mi?
Mantık böyle olunca; İsrailli de haklı olarak çıkıyor, “Bu topraklar, sizin atalarınızdan önce bizim atalarımızındı. Ulusumuzun tüm mabetleri, tüm anıları, tüm değerleri, tüm geçmişimiz bu topraklarda. Bu topraklar, bize vaat edilmiş topraklardı. Hatta bu toprakların bir bölümünü de siz işgal ediyorsunuz…” diyor.
Hadi çık bakalım işin içinden, çıkabilirsen…
* * *
Özet?
Ortadoğu, bataklıktır; biz bataklık demeye de devam edeceğiz…
Sizde uzak duracaksınız bu bölgeye…
Bunca derdimiz, bunca sorunumuz varken, başımızı daha fazla belaya sokmayacaksınız.