“Üzülme canım. Elbet bir iki güne kadar bu fırtına diner. Rüstem Ağa! Şöyle kallavi fincanla bize birer kahve yolla.”

Tavla sesleri, iskambil şakırtıları, sıska çırağın ustasına seslenişi, işte kahvenin ses dekoru bu. Küçük odayı kesif bir sigara dumanı kaplamış. Herkes zorlukla nefes alıyor.

Kahveleri içildikten sonra Münip Cemal müsaade isteyerek dışarı çıkıyor.

Kırbaç sesini andıran rüzgârın uğultusu Münip Cemal’in kulaklarını çınlatıyor. Paltosunun yakalarını kaldırmış, seri adımlarla köşke doğru ilerliyor.

Rüzgârın şiddetiyle sahilden uçan su zerrecikleri sokağı ıslatmış. Çamlar yerlere kadar eğiliyor, sonra tekrar doğruluyor. Münip Cemal yirmi beş senedir böyle fırtına görmemiştir.

Köşkün büyük demir kapısını zorlukla açıyor, uzunca bir bahçeden geçtikten sonra eve giriyor. İhtiyar dadısı sofada kendisini karşılıyor.

“İlahi Münip! Bu havada sokağa çıkılır mı? Hanım validen duysa yüreğine iner.”

“Evin içinde patlıyorum dadı. Bir iki Laf etmek için kahveye gittim."

“Bilmem ki, o balıkçı güruhundan ne anlarsın?”

Münip’in sevdiğinden bir haber alabilmek için onlarla konuşmaya gittiğini nereden bileceksin? Tabii bilemezsin. Kaç gün oldu… Şadiye’den bir haber yok. Evvelce sahifeler dolusu yazdığı mektuplar Münip Cemal’in gözlerinde tütüyor.

Ne vardı sanki Ada’da kalacak? Bak işte, posta da kesildi. Şadiye muhakkak onma mektup yazmıştır ama kim getirecek? Kuşlar mı?

“Dadı, ben odama çekiliyorum. Kimse rahatsız etmesin.”

“Yemek yemeyecek misin?”

“Hiç iştahım yok.”

“Aaaa? Üstüme iyilik sağlık! Sabahleyin de hiçbir şey yemedin. Bak sana sevdiğin yemekler hazırladım. Turşu da var. İştahını açar. Haydi, benim paşam, birazcık bir şey ye…”

“Dadıcığım vallahi karnım acıkmadı. Acıkınca yerim.”

Dilnur kalfa, başı önünde küçük beyin yanından ayrılarak mutfağa doğru ilerliyor.

Münip Cemal’in canı bugün gene sıkılıyor. Teselliyi odasına kapanıp Şaziye’sinden gelen mektupları okumakta buluyor. Onlarda neler yok neler. Bütün aşkı satırlar içinde yatıyor.

Odada sobaya yakın sedirin üzerine uzanıyor. Yatağın altındaki kokulu mektupları çıkarıyor. Aman Yarabbi, bunlar ne güzel de kokuyor. Kimi gül, kimi menekşe, kimi sümbül… Şu pembe kâğıda inci giibi yazılmış yazıyla yazılmış mektup ne kadar güzeldi.

Bakalım Şadiye, Münip Cemal’e neler yazmış?

“Sizi her gün düşünüyorum. Ve sizin mâşukunuz olmakla iftihar ediyorum. Nasıl unuturum beraber seyrettiğimiz günün doğuşunu? Sizi o kadar arıyorum ki… Geçen gün validemle birlikte arabayla bir ahbap evine gidiyorduk. Yolda size çok benzeyen bir bey gördüm. Onun da fesi sizinki kadar intizamlı ve düzgündü. Elimde sizin gümüş başlı bastonunuza benzeyen bir Baston vardı. Yüreğim ağzıma geldi. Annem bu hâlimdeki değişikliği anlamış olmalı ki, ‘Ne o Şadiye? Birden bire rengin sarardı. Söylesene kızım” diye sordu. Onu ikna edebe kadar öldüm bittim. Siz değildiniz değil mi Münip Bey? Hiç olmazsa sizi uzaktan görebileceğim.”

Bu mektupların böyle tazelenişi Münip Cemal’i o kadar mesut ediyordu ki, ama bu pembe mektuptaki bitap tarzı Münip Cemal’i kızdırmıştı. Şaziye’sine yazdığı mektupta, kendisine böyle hitap etmemesini kibar bir lisanla ihtar etmişti.

İşte ondan sonraki mektupta hitap tarzı değişiyor.

“Mademki size sen diye ve isminizle hitap etmemi istiyorsunuz, öyle olsun. Ah şu kış bitse. Allah’a senin sıhhatin ve kışın bitmesi için yalvarıyorum. Mavi gözlerin, simsiyah saçların her gece benimle beraber. Sen hayatın ta kendisisin. İnan bana, habgâhım (yatak odam) senin hayalinde dolu.”

O kadar da çok mektup gelmiş ki… Hepsini okusa üç gün sürer. Ya Münip Cemal’in yazdıkları? Titrek lamba ışığında Şadiye için kaç tane kalem bitirdi? Kaç sayfa doldurdu? Ama ne çıkar? Şadiye yanında değil ki!

Münip Cemal, mektupları yerine koyduktan sonra sedire boylu boyunca uzanıp gözlerini kapatıyor.

Bunaltıcı denecek kadar sıcak bir yaz günü. Adeta denizden ateş yükseliyor. Sahilden bir genç bağırıyor. “Dadı! Kahvaltıyı hazırla, geliyorum.”

Münip Cemal koşarcasına patikadan yukarı çıkıyor. Yanından geçtiği bahçeden bir genç kız kahkahası duyuyor. İrkilerek yere mıhlanıyor. Bu genç kız çarşafsız, gayet güzel birisi. Sapsarı saçları, uzunca bir boyu var. Fakat bu genç kız Münip Cemal’i görür görmez ağaçlıklar arasına girerek kayboluyor. Allah Allah, bu kadar sene Ada’da oturan Münip Cemal bu kızı nasıl görmemiş?

(SÜRECEK)